Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

Haberler

Konuşan bir kurbağa, haber getiren karga, değirmende cinler ve periler ve küçük çocuğun kurduğu hayal dünyasındaki gizemli olaylar romanı sıradan olmaktan çıkarıyor. Küçük bir köyde geçen ve otantik denecek bir yaşam tarzının yanında yazar öylesine bir dünya sunar ki okuyucuya, kendinizi “Ben bu yaylalara yayla mı derim” türküsünün ezgisiyle birlikte aynalı kuşun fantastik hikâyesinin içinde bulabilirsiniz.

Hû Diyen Karga (Selçuklu Hikayeleri) – Misli Baydoğan Hanım’ın kitabı. Misli Hanım tarihi gerçeklerden yola çıkarak hikâyeleştirdiği kitabını "Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun delikanlı hatırasına" ithaf etmiş.

Öykülerinde içsel yolculuklar, içimizdeki ve dışımızdaki uzaklar gibi kişisel durumları kaleme alan ve ölüm, hastalık, mutsuzluk gibi ana kavramları dile getiren, sorgulayan bir yazar Metin Özdemir. Üç bölümden oluşan “Eşikte” isimli kitabında bunu görebiliyoruz. “Benim Gibi Biri” adını taşıyan ilk bölüm, yazgının bilinmezliği ve değişmezliği karşısındaki trajedimiz, yaşama sığamama ve kaçma isteği üçgeninde şekilleniyor. Temel izlek, yaşamı/var olanı değiştirme çabası. Kahramanlar, ya sonunu bildikleri bir oyunu izlercesine yaşamaktadırlar, ya da bunu değiştirebilecekleri yanılgısıyla...

Üzerimize felâket bulutlarının çöktüğü, bin bir bâdire sıkıştığımız, topraklarımız üzerindeki Türk hâkimiyetinin tartışıldığı, çağdaş Kara Kamların gemi azıya aldığı bu günlerde bütün bunları yapmak isterseniz eğer henüz daha yirmili yaşlarını süren ve Ergenekon'dan çıkışı 'Demirdağın Kurtları' kitabıyla romanlaştırdıktan sonra Gök Türklerin ilk kağanlığı 'Kutlu Kağanlık'ın romanını yazan değerli kardeşimiz Hasan Erimez'in bu iki romanını alıp sahifelerin içine gömülmeniz yetecektir. Tertemiz bir Türkçe, güçlü bir muhayyile, sağlam bir kurgu…

 

Kudret Ayşe Yılmaz, son dönemlerde yazdığı romanlarla dikkat çeken isimlerden. Hem yazı tekniği, hem ele aldığı konular onu diğer yazarlardan ayırıyor. Roman yazıyor ama romanlarında çağdaş roman tekniği, olay örgüsü dışında değişik anlatım tarzları deniyor. Ruh, Orobanhiyye, Gülhatmi ve Mühür Kuyusu, okuyucunun elinden tutarak bilginin, hikmetin, ruhun, maddenin ve mananın koridorlarında dolaştırıyor. Adeta bir derviş gibi… Modern zamanlar dervişliği… Yılmaz, insanı anlatıyor, insanı arıyor. En saf, bozulmamış insanlığımızı. Arayışında geleneksel öğretilerimiz, tasavvufi terbiye yolunu aydınlatan projektörler.

Yazdığı on üç gül konulu, gül kokulu, gül dokulu öykülerinden oluşan Gül Âyinleri (Ötüken Neşriyat, 2005) kitabını önümüze alarak bugün ondan dem vuralım istiyoruz. Edebiyatının bu denli kuvvetli, edebiyatla bu denli içli, içtenlikli olduğuna bu çalışmasıyla birlikte şahit oluyorum yazarın. Geçen yılki kitap fuarından aldığım bu gülistanî eseri, bu günlerde tetkik etmek nasip oldu.

Kalkan’ın öykülerinde kelimeleri ne kadar da özene bezene seçip cümlelere serpiştirdiğini, duygularını cömertlik kapısından nasıl da okuyucusuna sunduğunu hayranlıkla takip ediyoruz. Kayseri toprağının bozkırlığından, Erciyes’in haşmetli duruşundan ve serin suyundan mıdır nedir, çekiyor sözleri derinden...

Turgut Güler, Ötüken Yayınları’ndan çıkan “Cihangir Tuğlar” adlı mensur Selimnâmesi’ni Yahya Kemal’in manzum Selimnâmesi’nin rehberliğinde okuyucuya sunuyor. Kitap Yavuz bahsine tam olarak başlamadan evvel, Fatih Sultan Mehmet’in ölümünün akabinde Osmanlı’nın durumunu ve Bayezid-i Veli devrini detaylı biçimde anlatıyor. Cem Sultan, Memlûk Muharebeleri, Erdebil Tekkesi gibi bahisleri okuyoruz Yavuz’a hazırlanmak için. Yavuz’un tahta çıkışından Hakk’a yürüyüşüne kadar ayrılan her bâb, Yahya Kemal’in Selimnâmesi’nden bir beyit ile başlıyor.

Medeniyetimizin, dilimizin, gönlümüzün mühim nesnelerinden biridir çiçek. Bağ bahçe süsler, şiir süsler, ceket bile süsler. “Karanfil bed renk olur, aşka düşen denk olur” diye türküler yakılır, “gülü gül ile tartanlar” “hangi bağın gülüsün?” diye sorarlar, Boğaziçi erguvanlarla bezenir. “Allah güzeldir, güzeli sever” hadis-i şerifi mucibince etraf güzelliği sembolize eden çiçeklerle güzelleştirilir. Çiçeği hayatımızın her alanında kullanırken acaba çiçeğe, çiçek yetiştiriciliğine, çiçek cinslerine, çiçek kitaplarına dair neler biliriz? Şimdilik bildiğimiz kadarıyla bu konularda en bilgili, en meraklı yazar Cevat Rüştü Bey.

Cevat Rüştü’yü Ötüken Neşriyat’tan çıkan “Türk Çiçek Kültürü Üzerine Cevat Rüştü’den Bir Güldeste” kitabı ile tanıdım, maalesef ki daha önce hiç duymamıştım bu ismi. Kitabı hazırlayan Nâzım Hikmet Polat tarafından yapılan çalışmalar neticesinde pek az bilinen bir isim ve eser ortaya çıkmış.

Prof. Dr. Fuzuli Bayat, Ötüken Neşriyat tarafından 2016 yılında yayınlanan Mitten Tarihe Sözden Yazıya Dede Korkut Oğuznameleri isimli eserinde, Türk destanlarını, özellikle Dede Korkut Oğuznamelerini ilmi olarak ele alır. Bu konuda otorite olduğu kitaptan da anlaşılan yazar, Oğuzname kitaplarının tarihi hakkında bilgi verir. Özelliklerini açıklar. Oğuzname destanlarındaki mitolojik unsurları, devletçilik ideolojisini, idare sistemini, Korkut Ata’nın tarihi ve mitolojik kimliğini, yine Korkut Ata’nın tarih içinde önce evliyaya, sonra şamanlığa ve ozanlığa evrilişini, destandaki zaman-mekan kavramlarını ve Oğuz milliyetçiliğini etraflı bir şekilde inceler. Kaos-kozmos karşılaştırması yapar.

Başbakan Başdanışmanı ve Dış İlişkiler Başkanı Dr. Gürsel Dönmez, ‘Kozmik Mesele-Devlet Metodolojisine Giriş’ adlı kitabında devlet, toplum, milli-tarihi şuur ve bilginin doğası gibi irfanî konuları örneklerle anlatıyor.

Akademisyen, siyasetçi ve şair-yazar kimliğinin yanı sıra Başbakan Başdanışmanı ve Başbakanlık Dış İlişkiler Başkanı olarak görev yapan Dr. Gürsel Dönmez ile geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Kozmik Mesele / Devlet Metodolojisine Giriş” kitabını konuştuk.

Bazı kahramanlar vardır, büyük işler başardıkları halde adları sanları pek bilinmez. Bazıları ise özellikle unutturulur, hiç gündeme getirilmez. Deli Halid Paşa da bu isimlerden biri sayılabilir. Deli Halid Paşa, 1883’ta İstanbul Eyüp’te doğmuştur. 1908’de Kara Harp Okulu’ndan mezun olduktan hemen sonra Yemen’de görevlendirilen, sonrasında sırasıyla Trablusgarp ve Balkan savaşlarına katılan ve burada önemli kahramanlıklar sergileyen Paşa, 1. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Kafkasya Cephesi’nde görev aldı. Dersim (Bugünkü Tunceli)’de görev aldı. Mondros Mütarekesi ile ordunun terhis olmasından sonra Kazım Karabekir Paşa ile birlikte hareket eden Deli Halid Paşa Milli Mücadele süresince Kars ve Ardahan’ı geri aldı. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra ailesi bu nedenle “Karsıalan” soyadını benimsedi.

Bir Başka Kırmızı…  Çarpıcı, bir o kadar da büyüleyici bir isim. Nazan Öçalır’ın anılarını, öykü tadında, şiir akıcılığı içinde arı duru Türkçe’yle yansıttığı kitabının adı. Çiçeği burnunda.

Mürekkebi kurumadı denir ya işte öyle bir şey. Ötüken Yayınları arasında çıktı. Bu gizemli isim ve içeriğini Zafer Yılmaz’ın kapak resmi bütünlemiş.  Görenleri, bazen kelebek gibi pır pır, bazen kırmızının tonları ya da kırmızı bir manto gibi içine içine çekiyor. Sımsıcak.

 İsmi ve kapak tasarımı okuyucuyu kitaba yaklaştıran ilk etmenler. Alışılmışın dışında farklı bir isim; “Şar Dağı’nın Kurtları.”
  Kitaba bir adım daha yaklaşan okuyucu, esere isim olmuş dağın gerçekte var olup olmayışını zihninde sorgulamaya başlıyor. Kısa bir araştırmadan sonra Şar Dağı’nın, bugünkü Kosova ile Makedonya devletlerinin sınırları boyunca uzanan dağ silsilesinin adı olduğu bilgisine ulaşabiliyor.

İbrahim Özkan, albay rütbesinde bir subay.. 1992 yılında teğmen olarak göreve başladığında, Mardin'in bir ilçesine tim komutanı olarak atanır. Rutin bir yol kontrolü sırasında elini öptüğü 80'lik bir ihtiyar, "Oğul, Halid Bey gibiler gelmedikçe daha çooook eziyet çekeriz buralarda" der. Bu insanların bildiği Deli Halid Paşa'yı bir subay olarak kendisinin bilmemesi canını sıkar, O tarihten sonra tam 16 yıl Deli Halid Paşa'yı araştırır ve yazar.

Ortaya "Unutulan Yıllar, Unutturulan Kahraman Deli Halid Paşa" eseri çıkar ve 2015 yılında Ötüken yayınları arasında yayınlanır.

Türkiye'nin modernleşme sancıları çektiği XIX. yüzyıl ve XX. yüzyılın başlarında Devlet-i 'Aliye'nin kudretini elinde tutan II. Abdülhamid'i ve onun dönemini anlamak, hem modernleşme maceramızdaki önemli bir eşiği hem de tarihten günümüze yansıyan sorunları anlamak bakımından mühimdir. Hem Abdülhamid'e hem de Türkiye'nin modernleşme macerasına dair çok söz edilmiştir ve hala da edilmektedir. Fakat ne yazık ki bu macera içerisinde bir nebze de olsa etkisi olup da karanlıkta kalan konular da yok değildir. Zannederim, bu durum ülkemizde mukayeseli tarih yazıcılığının gelişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Doç. Dr. Hasip Saygılı'nın 2016 yılının Ocak ayında raflarda yerini alan bu eseri, tarihimizdeki önemli bir boşluğu doldurma iddiasını taşımaktadır.

Geçmişi büyük düşlerle dolu bir milletin çocuklarıyız. Büyük düşlerin ve uçsuz bucaksız hatıraların… Dünyanın dört bir yanına serpilmiş kubbelerin ve türbelerin çocukları… Maalesef uzunca bir süredir ne düş görebiliyoruz ne de uçsuz bucaksız hatıraların ikliminde soluklanıyoruz. Uzaklaştırıldık kendimizden ve geçmişimizden. Tehlikelerin en büyüğü olan kendi var oluş dünyamıza uzaklaşma sarmalındayız. Bu tehlikenin, bu tehdidin farkına varanlar yok değil. Az da olsa, sesleri şimdilik kısık da olsa bizi gerçek var oluş zeminimize çağıranlar var. İşte bu yiğit seslerden biri Dündar Taşer. Bizi düş görmeye ve kendimize dönmeye çağıran yiğit bir ses.

Öyküler bazen birinci ağızdan, bazen de üçüncü tekil kullanılarak okuyucuya ulaşıyor. Anlatım kesinlikle ağdalı değil ve zengin dil kullanımı söz konusu. Finali sonuçsuz veya cevapsız kalan bir hikaye de yok. Yalnızca “Keşke daha uzun olsaymış” diyebilirsiniz. Kitaptaki öyküler geniş bir serim, dramatik bir kırılma neticeside aniden yaşanan bir gelişme ve bir de kısa ama etkileyici final bölümü odağında yazılmış.

S. Burhanettin Kapusuzoğlu, ‘Toprağa Can Ekenler’ adını verdiği kitabında kınalı kuzuların, Mehmetler’in yiğitlik menkıbelerini anlatıyor. Tarihin ufkunda gurub etmek üzere olan bir devletin batışını seyretmek yerine canını, malını, her şeyini ortaya koyan, harp haberini alır almaz bir saniye bile tereddüt etmeden cepheye koşanların mübarek destanlarını haber veriyor bizlere. Ateşle imtihan olunan bir memlekette, ateşe atılan pervaneler gibi kendini din ü devletin, mülk ü milletin ateşine atanlardan bahis açıyor.

Ahmed Güner Sayar’ın ‘Sahhaf Raif Yelkenci’ adlı kitabı tam da yukarıda bahsettiğimiz kitaplardan. Kitabı okuyup bitirince derin bir hüzün çöküyor içimize. Aynı oranda da bir özlem… Bereketli bir kültür ve medeniyet ikliminin adeta kuru, çorak zamanlarına denk gelmiş olmak… Şimdiyle kıyasladığımızda ancak fantastik birer anlatı kahramanlarına dönüşen âdemoğulları… Evet, bu kitap insanoğluna “Homo Economicus” olmak dışında bir tercih sunmayan neoliberal vahşiliğe karşı direnenlerin serencamını anlatıyor. Kapitalizmin çölünde bir vahayı… Sayar, aslında bu kitabında, bir sahhaf olan Raif Yelkenci’nin şahsında bir dönemin iktisadi zihniyetini ve kültür kodlarını çözümlüyor. Değişime, dönüşüme uyan kahir ekseriyetin aksine kadim ahlaki ve ekonomik anlayışta ayak direyenlerin zor hikâyeleri var kitapta. Akıntıya karşı kürek çekmek zaten zorluk değil de nedir?

120 Kayıt bulundu Toplam 6 Sayfa << < 1 2 3 4 5 6 > >>
Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat