Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

Devleti Öyle Bir Yönet ki Yüzlerce Yıl Sonra Bile Örnek Olasın

Nadide tarihimiz, tarihimizin nadide isimlerinden biri olan Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri’ni anlatan müstakil eserlerle, yani Selimnâmeler ile doludur. Selimnâmelerin hepsi birbirinden değerlidir. Değerleri yalnızca tarihi vesika olmaları hasebiyle ya da konu aldıkları şahsın değerinden değil, aynı zamanda müelliflerinin de pek değerli oluşundan gelir. Başlıca Selimnâme yazarları İshak Çelebi, Keşfî Mehmed Çelebi, İdris-i Bitlisi ve oğlu Ebu’l Fazl, Şükri-i Bitlisi, Kemalpaşazâde, Celalzâde Mustafa, Hoca Saadeddin Efendi’dir.

Yazar Turgut Güler, “Cihangir Tuğlar” kitabı ile bir Selimnâme vücuda getirmiş. Mezuniyet tezini Sa’di bin Abdü’l-müteal’in Selimnâme’si üzerine hazırlayan Güler, bu tez çalışmasını Topkapı Sarayı’nda orijinal nüsha üzerinde çalışarak gerçekleştirir. Bu sırada üç isimle çok yakından “tanıştığını” söyler. Bu üç isim müellif Sa’di bin Abdü’l-müteal, Yahya Kemal ve Yavuz Sultan Selim’dir.

Turgut Güler, Ötüken Yayınları’ndan çıkan “Cihangir Tuğlar” adlı mensur Selimnâmesi’ni Yahya Kemal’in manzum Selimnâmesi’nin rehberliğinde okuyucuya sunuyor. Kitap Yavuz bahsine tam olarak başlamadan evvel, Fatih Sultan Mehmet’in ölümünün akabinde Osmanlı’nın durumunu ve Bayezid-i Veli devrini detaylı biçimde anlatıyor. Cem Sultan, Memlûk Muharebeleri, Erdebil Tekkesi gibi bahisleri okuyoruz Yavuz’a hazırlanmak için. Yavuz’un tahta çıkışından Hakk’a yürüyüşüne kadar ayrılan her bâb, Yahya Kemal’in Selimnâmesi’nden bir beyit ile başlıyor.

613 sahifelik, Yavuz’dan biraz evvelden başlayarak Yavuz’un cenaze merasimine kadar geçen süreyi detaylı biçimde anlatan bu ihâtalı kitaptan öğrendiğim pek çok şey varsa da, pek çok bölümde sanki bir macera filmi izliyormuşum hissine kapılsam da kitabın benim için en can alıcı kısmı “Selimî Hasletler” oldu. Çünkü özellikle bu kısımda Yavuz Sultan Selim’in ve Osmanlı’nın 500 sene önceden hem şahıslara hem de kurumlara bugün söyleyecek pek çok şeyi var. Kitabı okuyacak olanlara bilhassa bu kısmı üzerinde dura dura okumalarını tavsiye ederim.

Kitabın özetini değil kendisini okuyordu

O dönemde dünyanın en büyük gücü sayılan Memlûk ve Safevi Devleti’ni deviren Yavuz Sultan Selim ve Osmanlı Devleti, moral, teknik ve maddi açıdan en güçlü olduğu zamanda dahi ince bir dış politika sergilemiş. Tabiri caizse koca dünyada teke tekte yan bakacak biri yok iken bile Sultan Selim bir yandan İspanya, Venedik, Ceneviz, Ragusa, Macaristan ile anlaşmalara, saldırmazlıklara devam etmiş, bir yandan da Doğu’da kime sefere varacaksa bir diğerini teskin etmiş, gönlünü hoş tutmuş. Tüm bu ince diplomasiye rağmen yenilediği tersaneler ve yaptırdığı gemiler, döktürdüğü toplar ve orduyu disipline sokuşu ile dahili ve harici tüm düşmanların gözünü korkutmuş. Endişelenen Batı devletlerinin ayağına kadar gelen elçilerine “Merak etmeyiniz, seferimiz filancayadır” dememiş, düşmanları korkudan titretmiş.

Yavuz sürekli vezirlerinden ya da etrafındakilerden bilgi almak yerine kendisi kitap okurmuş. Sultanın düşmanına, siyasete, idareye, savaş stratejisine ve tarihe dair pek sıkı bir okuyucu olduğu biliniyor. Etrafındakilere özet çıkarttırıp okuyabilecekken çetin bir kitap olan “Tarih i Vassâf”ı ve “Nehcü’s Sülûk fi Siyasetü’l Mülûk”u yanından ayırmaması, “Nücûmü’z Zâhire”yi tercüme ettirmesi dikkat çekicidir.

“Benden toprak istemeyin”

Padişah nezdinde nazı geçen sadrazam Piri Mehmed Paşa, Çoban Mustafa Paşa’yı kendisine yardım edecek bir vezir olarak Yavuz’dan ister. Yavuz, devlet adamlığı kumaşı görmediği bu isme razı olmasa da Piri Mehmed Paşa ısrar edince dayanamaz, kabul eder. Aylar sonra Mustafa Paşa, Yavuz Sultan Selim’e Piri Mehmed Paşa hakkında şikayetlerde bulunur, aleyhinde konuşur. Yavuz Sultan Selim elindeki okla Mustafa Paşa’nın başına vurur ve “Bre mel’un! Bunca zamandan beri hizmetimi gören Türk’ün doğru veya yalanını bilmez miyim? Kalk, sen benim vezirim değilsin, ânın vekilisin ve bu rütbeye ânın arzı ile nâil oldun!” diyerek siyaset edilmesini ister fakat Piri Paşa araya girer ve Mustafa Paşa’nın hayatını kurtarır. Koca sultan hem mensubu bulunduğu kavmin başka bir mensubunun hakaretamiz şekilde karalanmasına hiddetleniyor hem kendisine makam sağlayan birinin kuyusunu kazmaya teşebbüs eden bir paşaya haddini bildiriyor.

Yavuz’un kayınpederi Kırım Hanı Mengli Giray’dır. Yavuz babası ile olan Uğraş Deresi muharebesinde yenilip Kırım’a, kayınpederine sığınır. Bu sıralarda kayınbiraderi Mehmed Giray, “Şehzadem! İhtimal ki yakında tahta çıkacaksınız. O zaman Kefe’yi bize bırakır mısın?” diye bir soru sorar Şehzade Yavuz’a. Yavuz ise “Hükümdarlar vilayet zapteder, vilayet bahşetmezler. Size istediğiniz kadar altın ve gümüş veririm ama benden toprak istemeyin!” cevabını verir. Bu, akla Mete Han’dan Abdülhamid Han’a kadar uzanan toprak kıymetini getirir. Bir kısım gruplar tarafından bu toprak vermeme anlatıları sadece hikayeden sayılsa da, hafife alınsa da; bu tarihi vakalardan en azından devlet aklının nasıl işlediği sonucu çıkarılmalıdır.

Osmanlı için “İslam Devleti” diyebilir miyiz?

Yavuz hatalarını tesbit ettirdiği 150 hazine memurunun idamını emreder. Öfkeli ve emri demiri kesen padişahın karşısına Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi dikilir. Emrin isabetli olmadığını, cezaların uygulanmaması gerektiğini belirtir. Şeyhülislam, padişahı ikna etse de benim için dikkat çeken nokta Yavuz’un Şeyhülislam’a ilk itirazı ve Zenbilli Ali Efendi’nin de bu itirazı kabul edişidir. Yavuz, Zenbilli Ali Efendi’ye “Devlet işlerine müdahale ediyorsun!” der. Zenbilli de, “Haklısınız. Padişahların işlerinde her türlü müdahaleden uzak olmaları lazımdır. Fakat tedbirli, tecrübeli, kâmil kişilere danışmaları şarttır. Bunun aksi ise memleketin zararınadır. Benim size müracaatım da, saltanat işlerine müdahale değildir.” der. Herhalde böylesine öfkeli bir padişahın karşısına çıkıp, tecrübeli kişilere de danışmasını hatırlatacak kadar cesur olan bir şeyhülislam, padişah O’na “devlet işine karışıyorsun” dediğinde “Elbette ki karışacağım!” diyebilirdi. Oysaki şeyhülislam bu yanlış karar için “Bu memurların kanından vazgeçmezseniz Allah katında mes’ul olursunuz.” demektedir. Burada padişahların şeriata mugayir ya da sıradışı kararları değildir müdahaleden uzak olması gerekenler. Burada “devlet” denilen oluşumun işini dine göre tanzim etmediğini, etmeyebileceğini görüyoruz. Bu devlet Osmanlı devleti de olsa, mahkemelerde fıkıhla da karar verilse, padişahın üstünde bir şeyhülislam otoritesi de olsa; demek ki devlet mekanizması farklı bir şekilde işliyor. İdarî ve siyasî kararlarda bir muhtariyet söz konusu. Velhasıl, Osmanlı için ya da müslümanların hükmettiği herhangi bir devlet için “İslam Devleti” diyebilir miyiz, bu başlı başına bir tartışma konusudur.

“Bana böyle kanuna uymaz teklif getirdiğin için seni ve teklif sahibini katlederim”

Koçi Bey’in Sultan 4. Murad’a sunduğu meşhur risalesinde de yer bulan Yavuz’la ilgili bir hadise beni çok etkiledi. Malumdur ki Koçi Bey devlete adeta bir röntgen çekmiş, devletin bozulmasından ötürü 4. Murad’a tavsiyeler ve padişahın ceddinden örnekler vermiştir. Mısır Seferi’ne çıkılacak günlerde hazine yetersiz kaldığından, ordu defterdarı bir bezirgandan 60.000 altın borç alır. Sefer dönüşünde defterdar hemen borçluya borcunu öder, bu arada gösterdiği vatanseverlik karşısında bir isteği olup olmadığını sorar. Bezirgan, “Devletimizin sayesinde haddinden fazla malım ve de param vardır. Bu fani dünyada bir oğlumdan başka kimsem de yoktur. Bu 60.000 altını devlete geri versem, karşılığında oğlum, günde iki akçeliğine Cebeci Ocağı’na kaydedilse, pek memnun olurum.” der. Bu isteği padişaha ileten defterdar, müthiş bir Yavuz öfkesi ile karşılaşır: “Bana böyle kanuna uymaz teklif getirdiğin için seni ve teklif sahibini katlederim. Fakat bütün dünya ‘Mekke ve Medine Fatihi olan Sultan Selim, bir bezirganın malına tamah ettiği için bezirganı ve defterdarı öldürttü’ der. Bundan hazer ederim. Tez bezirgana parasını verin ve bir daha bana kanuna uymaz işler getirmeyin.” İleriki yılarda hatta asırlarda ordunun bozulmasındaki en büyük rolün kanun çiğnenerek yapılan askere alımlar olduğunu biliyoruz. Başta masum, hatta pek duygusal bir vatanseverlik olarak gözüken bezirgan dileği belki de bir çıkar örgütünü, suç şebekesini orduya sızdıracaktı. Devleti 60.000 altın için minnet altında bırakacak, oğlu asker olacak, kendisi de devlet gücünü arkasına alacak olan bezirgan muhtemelen “Ali kıran baş kesen” olacaktı.

Yavuz o kadar ileri görüşlü idi ki…

Cihan padişahı Yavuz o kadar ‘ileri görüşlü’dür ki, Kırım Hanlığı’na gönderdiği fermanlarda Ruslar’a karşı sürekli akın yapılması talimatını veriyordu. Her altı ayda bir 2. Veliahd Nureddin, yılda bir 1. Veliahd Kalgay ve iki yılda bir de Hân’ın kendisi akın yaparak “Moskof Keferesi”ni boş bırakmayacaktı. Ayrıca Yavuz, oğlu Süleyman’a “Tatar askerini kırdırma, onlar hafif süvaridir; bizimle Ruslar arasında bir kaladır.” diyerek tavsiyede bulunuyordu. Emir Timur’un 100 sene önce göremediğini Yavuz 16. yüzyılın başında görüyordu.

Âlim, şair ve asker Tâcizâde Cafer Çelebi, Hemdem Paşa, Yunus Paşa, Koca Mustafa Paşa gibi şahısların Yavuz tarafından idam ettirilmesi, asırlardır süregelen devlet aklına dair ipucu vermekte bizlere. İdamların doğrulunu - yanlışlığını, cezaların boyutunu bir yana koyarsak devlet işlerinin Yavuz ve Yavuz gibiler için ne kadar mühim olduğunu anlamış oluruz.

“Şirler pençe i kahrımdan olurken lerzan / Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek” diyen ve “Sekiz yıla seksen yıllık icraat sığdıran” Yavuz, miladî 22 Eylül 1520, hicrî 9 Şevvâl 926’da babasıyla muharebeye tutuştuğu mevkiye pek yakın bir yerde şirpençe denen illetten hayatını kaybeder. Yavuz’un çok sevdiği Hasan Can Yâsin Suresi’ni okuyarak, Kemalpaşazade ise bir müddet sonra “Şems i asr idi asrda şemsin / Zıllı memdâd olur zamânı kasîr” diyerek uğurlar padişahını.

Turgut Güler’e Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri’ni enine boyuna anlatan bir eser ortaya koyduğu için teşekkür ederiz.



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat