Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

Suriye bizim neyimiz olur?

Ali Bademci’nin Suriye’de Türkmenler ve Bayır-Bucak adlı kitabı, bir Suriye Türkmenleri kitabı değil. Yazarı da zaten ‘küçük bir Ortadoğu tarihi’ gözüyle bakmamızı istiyor eserine. Hadiselerin odağında çoğu zaman yolların bir şekilde hep Suriye’ye çıktığı düşünülürse, bu pekâlâ mümkün… 

Suriye ile bir küs bir barışık yürüyorduk, birbirini seven; ama kimi zaman ters düşen teyzekızları gibi… Sonunda kol kola girmeyi, kafa kafaya vermeyi başarmış, gidip gelmeleri çoğaltmıştık ki bir fırtına tozu dumana kattı, göz gözü görmedi ve ortada küsüp barışacak bir teyzekızı da kalmadı. Böyle zamanlarda işte, bir faciadan, bir kayıptan sonra insan durup hatıraları yoklamak ve eski albümleri karıştırmak ister. Ali Bademci’nin Suriye’de Türkmenler ve Bayır-Bucak kitabında yaptığı gibi…  ‘Yanı başımızda yakılıp yıkılan ülke, işte budur!’ diyor yazar bize, hakikatte kimi ve neyi kaybettiğimizi anlayalım diye…

Ötüken Neşriyat’ın yayımladığı kitap, bir Suriye Türkmenleri kitabı değil aslında. Yazarı da zaten “küçük bir Ortadoğu tarihi” gözüyle bakmamızı istiyor eserine. Hadiselerin odağında çoğu zaman Suriye’nin olduğu ya da yolların bir şekilde hep Suriye’ye çıktığı düşünülürse, bu pekâlâ mümkün…  Ancak hemen belirtmeliyiz ki elimizdeki aynı zamanda bir “Suriye Türkleri” kitabıdır; çünkü söz, bütün o eski savaşların ve göçlerin etrafında dönüp dolaştıktan sonra muhakkak Suriye’deki Türklere uğrar. Kaldı ki kitap bölümlerine ayrılırken de asıl çabanın altı çizilmiştir hep; “Türklerden Önce Suriye”, “Türkler Suriye’de”, “Bayır-Bucak Türkmenleri”. Yazar belli ki, sırtımızı dönmemizi istemiyor Suriye’ye, “En eski tarihlerden bu yana biz oradaydık, şimdi de bir parçamız orada.” diyor. Öyle olduğu için belki de okumak epey hüzünlü olabiliyor kimi zaman. Yazarın iklimden, üzümün, incirin bolluğundan, defne ağaçlarından, zeytinliklerden bahsettiği satırların altında sözgelimi eski mutlu günlerde ziyaret edilmiş bir Suriye evi belirdiğinde…  O güler yüzlü insanlar nerede şimdi, o cömert sofralar nerede kuruluyor? Bu hayaller ve hüzün bir okur yorumu elbette, vaktiyle Suriye’yi ziyaret etmiş, evlerde onlarla birlikte ‘seherlemiş’ bir okurun aynı zamanda kendi hatıralarını okuması diyelim. Neyse ki kitap, neredeyse ansiklopedik üslubuyla tez vakitte çıkarıyor okuru o hatıralar, hayaller denizinden. Suriye adının kaynağını açıklayan ilk satırlardan, Emeviler, Abbasiler, Fatımiler döneminde ülkenin konumuna, oradan Tolunoğullarına, Selçuklulara, Cengiz ve Timur dönemine uzanırken tam da yazarın dilediği gibi kati bir tarihle yüz yüze gelinebilir ancak.

Bugünkü Suriye

Biz, kısa zaman öncesine kadar Suriye hakkında ne biliyorduk? Araplar kaç türlüdür? Nusayri kimdir? Kürtler, Türkmenler nerede yaşar? Ülke uzunca zaman, araştırmacıların gitmeye korktuğu kapalı kutuydu kabul, sonra tatlı bir meltem esti aramızda ve yazık ki kapıların açılmasıyla kapanması bir oldu. Kader işte…  O vakitlerde tanımaya vakit bulamadığımız Suriyeliler şimdi ne kadar yakın! Varlığından haberdar bile olmadığımız Türkmenler, bugün bizim sokaklarımızda, Kürtleri de biliyoruz artık, Alevileri de Hıristiyan Arapları da…  Ali Bademci, kitabın “Bugünkü Suriye” başlıklı üçüncü bölümünde, Suriye’deki farklı din ve mezhepleri kısaca tanıtıyor ve Türkler bahsine geçiyor. Basit gibi görünen ancak her daim merak edilen Türk ve Türkmen kavramlarını açıklıyor tabii önce: “Suriye’ye ilk gelen Türkler, Karahanlı yurdu Fergana’nın Oğuzları idi. Bunlara, Türklerin Müslüman olmasından sonra ‘Türkmen’ denildi.”  Bugün, sıcak siyasi gündemde Suriye Türkmenlerinden söz eden pek yok; ancak Suriye, kitapta da görüleceği üzere hatırı sayılır bir Türk nüfusunu barındırdı yüzyıllar boyu. Şehirlerin çokluk uzak mahallelerinde, ilçelerde, köylerde dillerini ve geleneklerini muhafaza ederek, tertemiz bir Anadolu Türkçesiyle, Türk radyoları dinleyip sınırdaki Türkiye bayrağına bakarak yaşayıp giden Türkmenler hakkında ‘teknik bilgi’ edinmek isteyenler üçüncü ve dördüncü bölümde aradığını bulabilir. Halep Türkmenleri, Hama-Humus Türkmenleri, Şam Türkmenleri ve Bayır-Bucak Türkmenleri…  Ancak aranan hikâye değil de aşiret, köy isimleri ve nüfusa ilişkin rakamlarsa tabii… Hikâye aramak içinse çok geç kaldığımız ortada. Halep’in Türkmen mahallelerinde kendi yağında kavrulup giden bir aileye misafir olmak için sözgelimi, Humus’un köylerinde, “Şimdi sen ağnıyon mu beni?” diye soran ihtiyarlara kulak vermek, Şam’da kendisini “konargöçer yörük” diye tanımlayan kadınlarla söyleşmek, sınır köylerinde, “İstanbul kaç dağ sonra?” diye soran çocuklarla rastlaşmak için artık çok geç…  



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat