Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

Sultan Abdülhamid ve Kurduğu Hafiye Teşkilatı

‘Haber alma’ anlamına gelen istihbarat kelimesi, bir kısım insanın çok hoşlandığı bir kelimedir. Zihinlerde büyük ve süslü hayaller oluşuverir hemen. Bizdeki bu heyecanlı hayaller muhtemelen Batı tarzı istihbarat örgütlerinin hikâyelerine, söylentilerine ve filmlere dayanmaktadır. Hatta çoğunlukla filmler diyebiliriz. Örnek olarak da bireysel bazda James Bond, teşkilat bazında da CIA/KGB kültünün zihin dünyamıza girdiğini söyleyebiliriz. Halkın istihbarata ve istihbarat örgütlerine olan merakını incelemeye ayrıca bir yazı gerekir. Şimdilik diyelim ki istihbarat zorlu ve getirisi yüksek olan bir eylemdir ve halk da zorlu başarılardan hoşlanmaktadır. İstihbarat toplayanlara ‘istihbarat elemanı’ denildiğini biliriz. Evvelden bu işleri yapanlara ‘hafiye’ denildiğini de biliriz. Eskiden istihbaratçılara hafiye denilmesinin sebebi elbette bu işlerin çoğunlukla gizli yapılmasından kaynaklıdır zira hafiye ‘hafâ’ kökünden gelir. Hafâ da ‘gizlilik’ demektir. Bugüne dek Türklerin ya da Müslümanların istihbarat teşkilatlarına dair yazılan çizilenlerin çoğunluğu benim açımdan halkın merakından faydalanmaktan başka bir şey değildir. Milattan önce bilmem kaçıncı bin yıllara dayandırılan örgütler, uçan kaçan istihbarat elemanları, bol iddialı kitapların süslü arka kapakları... Oysaki üzerinde ciddi ve titizlikle çalışma yapılması gereken bir alandır hafiyelik/istihbarat. Emre Gör’ün Ötüken Neşriyat’tan çıkan 2. Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı adlı eseri bu alanda yapılacak çalışmalara bir kapı aralıyor. Kitabın çıkış noktası 1909 tarihinde İstanbul’da Mahmud adında bir kişinin ya da cemiyetin yayınladığı hafiyelerin listesi. Listede isim isim kimlerin jurnalcilik-hafiyelik yaptığı yer alıyor. Paşalar, ağalar, beyler, şeyhler... Mahmud nâm kişi, listedeki kişileri anlatırken gün yüzü görmemiş hakaretler yağdırıyor. Orijinal metnin ve çevirinin de yer aldığı kitabın en hacimli kısmı, Emre Gör’ün 2. Abdülhamid’i ve istihbarat ağını merkeze aldığı anlatıları ve listeye dair çıkarımları.

İstanbul’da toplam 23 hafiye merkezi mevcuttu

Kitabın başlarında gözüme çarpan noktalardan biri Emre Gör’ün Osmanlı istihbaratının iki doruk noktasını Teşkilat¬ı Mahsusa ve Hafiye Teşkilatı olarak addetmesi. Bu noktada “akıncılar” aklıma geldi. Akıncıların da yoğun istihbarat faaliyeti yaptıklarını ortaya koyan tezler ve çalışmalar mevcut. Emre Gör’ün akıncıları bu kategoriye almaması sanırım akıncıların modern anlamda ve tumturaklı şekilde bir kurumsallaşmış istihbarat örgütü hüviyeti kazanmamış olmasıdır. Gör’ün, casusluğun 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyıl başlarında bir devlet örgütü niteliği kazandığını söylemesi de bununla bağlantılı sanırım. Ayrıca 18. yüzyıla kadar Osmanlı devlet politikası hangi yöne akıyorsa istihbaratın da o yönden akıyor olmasını da buraya eklemeliyiz. Eğer Doğu’ya sefer hazırlığı varsa istihbarat doğuda, İran’da yoğunlaşıyor. Eğer iç karışıklık varsa istihbarat ülke içinde yoğunlaşıyor. Modern devirde elbette istihbarat yoğunluğu gereken yerler varsa da, tahminimizce 400-¬500 yıl önceye nazaran her coğrafyadan daha istikrarlı bir istihbarat akışı mevcuttur. Her ne kadar 2. Abdülhamid Han’ın hatıraları tartışmalıysa da, Sultan’ın neden hafiye teşkilatı kurduğuna ilişkin açıklamalarını alıntılıyor Emre Gör. Abdülhamid Han, eski sadrazam ve serasker Hüseyin Avni Paşa’nın İngilizler’den para aldığını öğrenir. Bu esnada Mahmut Celalettin Paşa, Abdülhamid’e Jön Türkler’den haberler getirir. Paşa kendisine özel bir istihbarat teşkilatından para ile bilgi elde ediyordur. Abdülhamid de devlet içindeki bu paralel istihbarat teşkilatına çok sinirlenir. Teşkilatı kendi üzerine devralır. Yabancı devletler kendi emellerine hizmet edecek kimseleri vezir ve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devlet güven içinde olamaz. Doğrudan doğruya şahsına bağlı bir teşkilat kurmaya bu düşünce ile karar verir Abdülhamid Han. İstanbul merkezli Hafiye Teşkilatı oldukça geniş bir ağa sahipti. İstanbul’un pek çok bölgesinde hafiye merkezleri mevcuttu. Her hafiye saraya giremeyeceği için bunlar topladıkları bilgileri bu merkezlere aktarırdı. Bu merkezlerde de toplanılan bilgiler değerlendirilir ve yorumlanırdı. İstanbul’da toplam 23 hafiye merkezi mevcuttu. Bunlardan en ilgi çekici olanı “Mevlevîhâneler” ve “Tekke ve Zaviyeler”. Şeyhlerin, dervişlerin evvelden beri din ü devlet adına, kurumsallaşmamış şekilde istihbarat topladığına dair pek çok yazılan çizilen şeyler var. Bunların doğru olduğunu varsayarsak, 20. yüzyılda da bu eylemin devam ettiğini görüyoruz. İstanbul haricinde de hafiye merkezleri mevcuttu elbette. Selanik, Yanya, Bosna, Suriye, Bitlis, Kosova, İbrail, Serfice, Yaş, Kalas, Yakova, Köstendil, Van, Laşid, Karaferye bunlardan bazılarıdır.

O yıl faaliyet gösteren hafiye teşkilatının evrakı imha edildi

İlginç bir nokta da Ulu Hakan’ın Hafiye Teşkilatı’nda Amerikalı hafiyelerin istihdam edilmesidir. Amerika’daki Ermeniler’in Osmanlı’yı Batı kamuoyu nezdinde karalayıcı faaliyetleri üzerine böyle bir girişimde bulunulduğunu öğreniyoruz. New York Ermenileri tarafından kurulan Kırımyan ve Haçagiryan adlı iki cemiyetin gayelerini öğrenmek için Amerika’da günlüğü sekiz dolara tutulan bir hafiye de bu girişimin bir parçası. Tabii ki hafiyelerin aldığı ücretler göreve ve görev bölgesine göre farklılaşıyordu. Sınır boylarında, eşkıya takibinde, yıkıcı faaliyetlerde ve gizli örgütlerde çalıştırılan memurlar daha fazla ücret alıyordu. Örneğin Bosna’daki bir hafiye beş bin kuruş alırken Serfice’deki bin kuruş alıyordu. Ayrıca hafiyelerin aileleri de gözetiliyordu. Görev esnasında öldürülen hafiyelerin ailelerine maaş bağlanılıyordu. Hafiye Teşkilatı, Meclis i Vükelâ’nın 29 Temmuz 1908 tarihli kararnamesi ile lağvedildi, Yıldız İstihbarat Teşkilâtı’nın faaliyetlerine son verildi. Bu karardan sonra basın, jurnallerin kamuoyu ile paylaşılması için ısrarcı olur. Bu konunun görüşülmesi için Meclis¬i Mebusan toplanır ve bir Evrak Tetkik Komisyonu oluşturulur. Komisyon evrakları incelemeye başlar fakat Mahmut Şevket Paşa’dan bir emir gelir. Paşa, tüm evrakın Harbiye Nezâreti’ne gönderilmesini emreder. Komisyonun tek yapabildiği jurnalleri kimlerin verdiğini bir deftere geçirmek olmuştur. 330 sandık evrak Harbiye Nezareti’ne gönderilir. 30 yılı aşan bir teşkilatın evrakı burada imha edilir. Bu konuda okuduğum diğer kitaplarda belirtildiği üzere bu evrakın imha edilmesinin sebebi belli sayılır. Evrak Tetkik Komisyonu’nda bulunanların beyanatları ve yazdıkları üzere, Abdülhamid Han’ı tahttan indirenlerin bir kısmının jurnalcilik yaptığı ortaya çıkacaktı. Hatta kim bilir İttihat ve Terakki Cemiyeti hakkında sıradışı bilgiler de ayyuka çıkacaktı. Bu yüzdendir ki tam olarak nereden geldiği belli olmayan bir emir ile 330 sandık evrak yakılmıştı. Buradan sadece 500 civarındaki jurnal kurtulmuş. Emre Gör’ün dediği gibi, bu jurnaller bile hafiyelerin ne denli önemli işleri takip ettiğini göstermeye yeterdi. Emre Gör’ün önsözde ve “Risale Hakkında” bölümünde belirttiği üzere Hafiye Teşkilatı’nın listesinin yazarı belli değil. “Mahmud” kod adı bunu yazanın ve sızdıranın bir şahıs olması gerektiğine işaret etse de risalenin üzerine bu ismin mühür benzeri bir şekilde yazılmış olması bir cemiyet ihtimalini barındırıyor. Risalede İttihat ve Terakki Cemiyeti bir defa zikredilmekle birlikte, cemiyetten “muhterem” diye bahsedildiği için ve üslup da Cemiyet’in propaganda tarzına benzediği için, yazara göre “Mahmud” bir İTC mensubu ya da cemiyete yakın bir gruptur. Risalenin konuları hafiyeliğin icrası, hafiyeliğin sınıfları, hafiye merkezleri, hafiyelerin bağlı bulunduğu üst sınıf hafiyeler, jurnaller ve menfaatlerdir. Apayrı bir kitap olarak basılabilecek bu risaleyi ve Emre Gör’ün yazdıklarını, hatta orijinal metni tek bir kitapta bulmak gayet güzel. Umarız Hafiye Teşkilatı’na dair yeni çalışmalar yayınlanır ve saklananlar gün yüzüne çıkar, inanılan yanlışlar düzeltilir, şayialar gerçekle ikame olunur.



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat