Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

KARANLIKTAN GELEN IŞIK: UZUN ÇARŞININ ULULARI

Mitat Enç ismini bu yıl Gaziantep’e gidene kadar duymamıştım. Bir dostumun vasıtasıyla okuduğum Mitat Enç’in Uzun Çarşının Uluları adlı eseri, bana büyük ve önemli bir yazarı geç tanımış olmanın üzüntüsünü yaşatmakla birlikte geç de olsa böyle bir cevheri keşfedebilmenin sevincini de tattırdı. Bu yaşıma kadar zevkle okuduğum ender kitaplardan biri oldu Uzun Çarşının Uluları. 22 hikâyeden oluşan bu kitabın her hikâyesi birbirinden güzel ve her biri bir hikâye kitabının başlığı olabilecek dolgunluk ve sürükleyicilikte…

         Mitat Enç, aslında bir pedagog. Ülkemizin bu alanda yetiştirdiği en önemli isimlerden biri. Bunu hayat hikâyesini okuyunca anlayabiliyoruz. Genç yaşlarında dünyanın ışığına gözleri kapanan yazar, içindeki aydınlığı hiç söndürmemiş ve görmeyen gözlerine aldırmadan Viyana ve ABD’de Pedagoji alanındaki eğitimlerini tamamlamış Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümüne 1939’da atanmıştır. Daha sonraki yıllarda Ankara’da Gazi, Hacettepe, Ankara Üniversitesi gibi kurumlarda öğretim üyesi olarak çalışmış, kendisi gibi göremeyenlere ışık olması amacıyla Ankara Körler Okulunu, Gazi Üniversitesinde de Özel Eğitim Bölümünü açmıştır. Çocuk gelişimi ve terbiyesi üzerine birçok tercüme ve telif eseri vardır. 1991’de aramızdan ayrılan yazarın Uzun Çarşı’nın Uluları adıyla bir hikâye kitabı ve Bitmeyen Gece adıyla da otobiyografi türünde bir eseri vardır.

         Genç yaşında gözleri ışığa kapanan Mitat Enç, dünyasını karanlığa mahkûm etmemiş, ülkemizin pedagoji alanında önemli isimleri arasına girmiştir. Bununla birlikte güçlü bir kaleme sahip olan Mitat Enç, bu yönünü de iki eserle taçlandırmıştır. Uzun Çarşının Uluları, Mitat Enç’in çocukluğunu yaşadığı Gaziantep şehrimizin 20. yüzyılın başlarındaki sosyal, kültürel ve ekonomik hayatına ışık tutmaktadır. Büyük bir imparatorluğun son demlerini yaşadığı yıllarda Antep insanının türlü hâl ve sosyal yaşamı, dünyaya bakışı, dünya ve çevreyle ilişkileri yazarın çocuk hafızasında kalanlarla desteklenerek canlı bir portre gibi gözlerimizin önüne serilmektedir.

       Uzun Çarşının Uluları öncelikle bir hikâyedir. Klasik hikâye formunda tanzim edilmiş hikâyeler önce olay ya da kişi tanıtılarak başlıyor. Kişinin ya da olayın detaylarına gelişme bölümünde geçiliyor ve merak unsuru sonuç bölümünde gideriliyor. Kitabın ilk hikâyesi “Aktar Musa Efendi”den[1] örnek verecek olursak yazar hikâyenin başında Musa Efendi’nin ruhsal ve fiziksel portresini çiziyor. Musa Efendi aile ve iş yaşamı ile ilgili olarak uzun uzadıya tanıtıldıktan sonra asıl mevzu olan oğlu Vehbi’nin madde bağımlısı olması ve Musa Efendi’ye yaşattığı sıkıntılara değiniliyor. Sonuç bölümünde de Aktar Musa Efendi’nin bu sıkıntının üstesinden nasıl geldiği anlatılıyor.

        Yazar fiziki ve ruhsal portrelerinde oldukça başarılıdır. Kitabın en ilgi çekici hikâyelerinden olan “Bilader Ağa”da Mitat Enç, âdeta bir betimleme ustası olarak karşımıza çıkar[2]:

      “… İnsan türüyle akrabalık kuran böyle bir alakaya da ihtiyacı vardı. Çünkü onu yaratırken Tanrı’nın ya güçlü bir mizah duygusunun etkisi altında ya da aşırı bir tutumluluk çabası içinde olduğuna insanın inanacağı gelirdi. Sanki yaratan, yaratıcılığında artakalan döküntüler ziyan olmasın diye şöyle elinin kenarıyla onları gelişigüzel bir araya iliştirivermişti.

       Gövdesi on iki yaşındaki, iyi beslenmemiş bir çocuğunkinden de çelimsizdi. Suyunu iyi alamamış bir kavruk bir kelekten farksız yüzünün üst yanındaki kara boncuk gözleri, şişkin ve kirpiksiz gözkapakları arasından çevresini değil de biri birini görmeye uğraşıyormuşçasına burnuna doğru bakışırdı.  Ama bu çabaları boşunaydı. İki gözü ayıran ve neredeyse alt dudağına kadar uzanan kızıl uçlu, iri burnu, ufacık bir hortum gibi ikisinin arasına dikilmişti.

       İş bu kadarla da bitmiyordu. Tanrı kuluna ya da soyuna bozulunca doğanın sırtına bir kanbur konduruverirmiş. Biladere de herhalde iyice içerlemiş olmalı ki, bir tanesiyle yetinmemiş, sırtındakinden başka bir tane de göğsüne oturtuvermişti.”

          Mitat Enç, yukarıdaki betimlemelere benzer birçok betimlemeyle hikâyelerini zenginleştirip anlatım kuruluğunu önlüyor. Yazar bunu sadece betimlemelerle yapmıyor. Zaman zaman canlı ve işlek halk dili kullanarak, zaman zaman yerel söyleyişlere yer vererek, yalın ve açık ifadelerle anlatım kuruluğunu gideriyor ve zenginliğini destekliyor. Yazarın bütün hikâyelerinde kullandığı zaman, geniş zamanın hikâyesidir.

            Uzun Çarşının Uluları, bir şehrin tarihine, kültürüne, yaşamına, inançlarına, geleneklerine ışık tutan bir folklor kitabıdır aynı zamanda. Şehrin yaşam biçimi, inançları, giyim kuşamı, alışkanlıkları, yerel söyleyişleri, yeme içme kültürü hakkında ipuçları veriyor. Bu eser, özellikle 20. yy. başlarındaki Gaziantep’in sosyo-ekonomik ve kültürel yaşamını canlı tasvirler ve kurmacanın yanında güçlü bir biçimde yaşanmışlık hissi uyandıran olayları anlatması bakımından hem bir folklor kitabı; hem de şehri tanıtıcı bilgi ve tasvirleriyle de eski edebiyatımızın “şehrengiz”idir âdeta.

           Uzun Çarşının Uluları bu kadarla da kalmıyor. Bugün pek bilinmeyen meslekleri ve onların icracılarını da anlatması bakımından bu kitap, bir meslekler kitabıdır aynı zamanda. Dönemin en gözde meslekleri terzilik, kasaplık, aktarlık, çiftçilik, berberlik, arzuhalciliğin yanında bugün pek bilinmeyen “kuyuculuk” ve “Hacivatçılık” gibi mesleklere de değinir hikâyelerinde Mitat Enç. “Kuyucu Kör Hafız” hikâyesinde kahramanımız iki gözü de görmemesine rağmen evlerin avlularına açılmış kuyulara tek başına inip su çekmek için kullanılan bakraçları yahut kazayla kuyunun dibine düşen eşyaları çıkararak geçimini sağlamaktadır. Bu hikâyeden de anlıyoruz ki sırf kuyulara düşen eşyaları, öteberiyi almak için bir meslek vardır ve adı da “kuyuculuk”tur. Hacivatçılık ise bugün pek kalmamakla birlikte yine o dönemin eğlence hayatında önemli bir yere sahip olan mesleklerdendir. Özellikle Ramazan gecelerinin vazgeçilmez eğlencelerinden olan Karagöz oyunu icracılarından olan Hacivatçı Vakas, aynı zamanda günümüzün akrobasi gösterileri yapan cambazlarındandır. Bu cambazlık gösterilerini yazar çok etkili bir dille anlatır.

          Mitat Enç, bir şehrin dinamizmini, yaşam felsefesini, kültürel zenginliğini derinlemesine işlemiş bu öykülerinde. Hikâyelerin her biri bir insana adanmış olsa da aslında her hikâye onlarca kültür ögesini barındırıyor ve bugün unutulan onlarca değeri hatırlatıyor. Modern yaşama direnemeyen insanlarımızı ve modern yaşamın getirdiği değişime ayak uyduramadan yok olan mesleklerimizden, kelimelerimize, köyümüzden şehrimize kadar birçok unsuru barındırıyor bu kitap. “Deli Bekir” hikâyesinin sonunda çok çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriliyor bu değişim:

    “ Önce savaş çarşıyı, cemaati çekilmiş yıkık bir tapınağa dönüştürmüştü. Aylarca ne bir çekiç sesi, ne de kervan katırlarının nal şıkırtıları duyulabilmişti. Havlayıp yal dilenen tek bir çarşı köpeği bile kalmamıştı. Bir kesimi açlıktan kırılmış, bir kesimini de aylarca süren kuşatma sırasında insanlar yiyip tüketmişti.

     Daha sonra bu eski seslerin yerini motor hırıltıları, korna yaygaraları ve otomatik tezgâhların tıkırtısı almıştı. Çarşı yabancı, yeni seslerle dolup taşıyordu. Ama aralarında ne Bekir ne de ötekiler vardı artık.

    Eski bir yaşam bitmiş, bir yenisi doğmaya başlamıştı. Daha hızlı daha gürültülü, şakalaşıp sataşmaya pek vakit bulamayan telaşçı, hırsla gözleri dönmüş bir dünyaydı bu.[3]

        Uzun Çarşının Uluları, insanların makine ve motor gürültülerine boğulmadan, modern dünyanın kölesi olmadan önceki hâllerine, sevdalarına, kederlerine, uğraşlarına, eğlencelerine dair hikâyelerdir. Artık aramızda dolaşmayan kuyucu Kör Hafızların, Aktar Musa Efendilerin, Deli Bekirlerin, Bodurların, Eşek Kasabı Ali Bayramların ve onların yârenlerinin kendilerinden sonrakilere ulaşan bir tatlı tebessümleri ve bir daha hiç yaşanmayacak olan hikâyeleridir. İnsanların dönüşmeden, teknoloji denen hastalığa bulaşmadan önce ne kadar “insan” olduklarına dair izleri bu kitapta bulmak mümkündür.



[1] Mitat Enç, Uzun Çarşının Uluları, Ötüken yay. İst., 2014, s. 9.

[2] A.g.e., s. 40

[3] A.g.e., s. 94



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat