Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

İran’da Demokrasi Mümkün Mü?

Demokrasi, kökeni eski Yunan'a dayanan bir kavram, bir yönetim modeli. İlk olarak Atina'da uygulanan bu modelde halk yönetimi belirliyor ancak bu hak köleler, kadınlar ve o kentte doğmayanlara verilmiyordu. Özetle, imtiyazlı bir zümre halk olarak görülüyor ve o günün demokrasisi, imtiyazlı sınıfın diğerleri adına karar vermesi şeklinde uygulanıyordu. O nedenle de bu uygulama toplumsal uzlaşmadan ziyade bir ayrışmaya yol açıyordu. Demokrasi uygulamasının sınıflar üzerinde kurulu olması bazı filozofların eleştirilerine yol açıyordu. Tarihte demokrasi hakkında ilk değerlendirme ve tahlilleri yaptığı iddia edilen Platon ise (M.Ö.427-347) Yunan demokrasisini, şiddetli sınıf çatışmalarına ortam hazırladığı için ağır bir şekilde eleştirmiştir.

Platon gibi Aristotales de demokrasiye sert eleştirilerde bulunmuş, bu eleştiriler sonraki dönemlerde ortaya çıkan farklı uygulamalarda da sürmüştür. Romalılar demokrasiyi cumhuriyetle birleştirmişler ve yönetimi belirlemede alt sınıflara da hak vermişler ancak bu hakkı sadece erkeklere tanımışlardır.

Tarihî süreç içerisinde çeşitli eleştirilere uğrasa da demokrasi en çok ilgi gören yönetim şekli olmuş ve farklı şekillerde uygulanmıştır. Demokrasinin en gelişkin şekilde uygulanmasına ise Fransız ihtilaliyle başlanmıştır. Aydınlanma çağıyla birlikte eşitlik, yurttaşlık gibi demokrasinin temeli sayılan kavramlar geniş yorumlara tabi olmuş, çağdaş demokrasi uygulamaları için bu dönem en önemli dönem olmuştur. "Bu bağlamda Platon ve Aristotales'in görüşlerinden ilham alan ve demokrasiye önemli teorik katkıda bulunmuş olan Hobbes, Locke, Montesquieu, Rousseau gibi düşünürler, modern anlamda demokrasinin çerçevesini çizecek yaklaşımlar ortaya koymuşlardır."

İSLAM VE DEMOKRASİ DENEYİMİ

Günümüze kadar çeşitli evrelerden geçen ve Batı ülkelerindeki modelleri esas alınan Demokrasi, birçok ülkede farklı şekilde uygulama alanı bulmuş durumda. Demokrasinin, en çağdaş, en doğru, en insancıl yönetim biçimi olarak ortaya çıkması başka yönetim modellerini etkilemesine de yol açmış, bu doğrultuda birçok ülke kendine has, kendi toplumsal yapısını dikkate alan demokrasi uygulaması geliştirmiştir. ABD ve Batı ülkelerinde uygulanan ve buradan çeşitli ülkelerde farklı şekillerde uygulanan demokrasi halkı Müslüman olan ülkeleri de etkisi altına almış, birçok İslam ülkesi bu modeli kendi şartlarına uyarlamayı önemli görmüştür. Ancak, bütün kabullere rağmen İslam ülkelerinde demokrasinin ne derece yerleştiği, yerleşebildiği tartışma konusudur. Bir İslam cumhuriyeti olan İran’ın demokrasiyle ilişkisini ise başlı başına ayrı olarak ele almak gerekmektedir.

Onur Okyar "İran ve Demokrasi" isimli kitabında bu konuyu masaya yatırıyor. Okyar, İran’daki demokrasinin niteliğini saha gözlemleri ve çeşitli araştırmalara dayanarak ortaya koymaya çalışırken, konuyu demokrasinin kökenlerine kadar inerek ele alıyor. Günümüz demokrasilerinin belirleyici unsurlarını tek tek ele alan yazar, çağdaş demokrasilerin bu ilkelere bağlı olduğunu belirtiyor ve beş temel demokrasi ilkesi olduğuna dikkat çekiyor. "Bunlar hukuk devleti ve dolayısıyla anayasacılık, seçim(sistemi), iktidar-muhalefet ilişkileri, temel hak ve özgürlükler ile sivil toplum mantığıdır." Demokrasi etrafındaki tartışmalar ve demokrasinin ne olduğuyla ilgili geniş özetin ardından kitap İran’ın geçmiş dönemlerdeki yönetim şekillerinden bugünlere uzanıyor.

İRAN DEMOKRASİNİN NERESİNDE?

Kadim bir medeniyete sahip olan İran’da "semavi dinlerin emir ve yasakları dışında sistematize edilmiş ilk insan hakları bildirgesinin İran coğrafyasında yazıya döküldüğü iddia edilebilir." Ancak 2500 yıllık geçmiş içerisinde birbirinden çok farklı yönetimler söz konusudur. Bu nedenle kitapta "İran tarihi kısaca İslam öncesi ve İslam sonrası olmak üzere iki döneme ayrılmaktadır." İran’ın son dönem İslamî bir rejim olarak ortaya çıkması ise 1979’ta başlar. 1978 yılında başlayan ayaklanmaların ardından sürgün olduğu Paris’ten 1 Şubat 1979’ta İran’a dönen Humeyni, Pehlevi hanedanlığına son verir. Böylece İran monarşisine son vererek İslami rejime adım atar. "Devrimin ilk günlerindeki hengâmede üzerinde anlaşılan tek konu Rejimin İslami nitelikte olması gerektiğidir. Humeyni de Rejimin bir İslam cumhuriyeti olacağını istemişse de İslam cumhuriyetinin ne demek olduğu ile ilgili bir uzlaşma sağlanamamasına rağmen 31 Mart 1979’daki referandum sonucu yüzde 98.2 oy oranıyla yeni rejimin adı resmi olarak İran İslam Cumhuriyeti olmuştur."

İran İslam Devrimi, çeşitli demokratik beklentilerle gerçekleşmiş bir devrimdir ancak devrimin ardından rejim kısa bir sürede başka bir yöne dönmüştür. "Bu bağlamda İslam Devrimi, dikta rejimine karşı özgürlük, adalet ve bağımsızlık sloganlarıyla başlamakla beraber iktidar, ulemanın eline geçmiş ve özellikle Dini Lider ekseninde yeniden yorumlanarak kendine has bir rejim ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Şah döneminin ardından yaşanacak/yaşanması gereken bir 'thermidor' evrimleşerek ağırlığını korumuştur."

İran İslam Devrimi sonrası değişimi geniş şekilde irdeleyen Onur Okyar, kitabının üçüncü bölümünde İran’ın anayasal devlet sistemini ele alıyor. Okyar’a göre, İran Anayasası demokrasiyi öncelemeyip "iki temel paradigma üzerine ve kazuistik bir mantık ile temellendirilmiştir. Bunlardan ilki İslamcılık diğeri ise cumhuriyetçiliktir." Ancak, çok geniş hinterlandı bulunan bu kavramları İran özelinde spesifikleştirmiştir. Bu bağlamda İran İslamcılığı ve cumhuriyetçiliği Şia, Velayet-i Fakih ve Merci-i Taklit gibi temel düşünce/inançlarıyla uygunlaştırmıştır.

Örneğin; "Anayasa bir yandan İran halkına Cumhurbaşkanını, Millet Meclis Üyelerini ve Belediye Meclislerini 'seçme' şansı verirken nihai otorite ise hemen hepsi din adamı olan ve atanmış (uzmanlar meclisi hariç) yetkililer tarafından seçilecektir. Dolayısıyla sistemin en güçlü aktörünü halk seçememektedir. Ayrıca Veliyi Fakihin Cumhurbaşkanı adaylarının nitelikleri konusunda karar verme ve seçimini onaylama yetkisi de vardır."

"Sonuç olarak rejimin yazılı bir Anayasası, seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve bir Parlamentosu olması gerekirken Anayasada belirtilen egemenlik ilkesinde ise çelişkili ikili yapı kendisini göstermiştir. Bu bağlamda 6.madde egemenliğin kaynağını halk iradesi olarak göstermekte ama 5.maddede Velayet-i Fakih ilkesiyle yönetici Fakihe mutlak yetkiler verilmekte ve cumhuriyetçilik ilkesinden uzaklaşıldığı görülmektedir." Okyar, kitabında İran’ın anayasal kurumlarını, anayasal ilkelere biçilen anlamları teker teker irdeleyerek bu doğrultuda varılan kanıyı gözler önüne serer. Bir sonraki bölüm, İran Toplum sistemini oluşturan unsurların araştırılmasına ayrılmış. Bu bağlamda İran’ın sosyodemografik özellikleri, ekonomisi, etnik yapısı ve doğal kimlikler, milliyetçilik sorunsalı, dini gruplar başlıklar halinde ele alınıyor. Beşinci bölümde ise kitabı oluşturan konuyla ilgili olarak yapılan araştırma yöntemleri, bulgu ve yorumlara yer verilmekte. Bu konuda görüşleri sorulan İranlıların düşüncelerinden yola çıkılarak, İran’ın gelecekte girebileceği yollar, halkın taleplerinin seyri gibi öngörüler yer alıyor. Yapılan araştırmalarda halkın çoğu İran’da demokrasi olmadığını belirtiyor.

"İran’ın bir demokrasi yönetimi olduğunu düşünenler % 2, demokrasinin dini bir yaşam olması gerektiğini ifade edenler ise % 3 oranlarında kalmışlardır. Sonuç olarak İran’da demokrasi, özgürlüklerin kısıtlanması ile değil, artırılarak normalleştirilmesi ile ivme kazanacaktır. Bu bağlamda en sorunlu grupların; ise sosyal hayat içerisinde kendini ifade edemeyen birey veya gruplar, etnik azınlıklar ve kadınlar olduğu ortaya çıkmaktadır."

Onur Okyar’ın İran ve Demokrasi adlı çalışması bir saha eseri olması nedeniyle çeşitli verilere dayalı. Bu nedenle İran’ı daha yakından anlamak, rejimin dayanaklarını öğrenmek için, önerilecek araştırma kitapları arasında yer alabilecek türden önemli bir eser.



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat