Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

Hayat da ölüme karşı yaman bir savaşçıdır

Mehmet Sancaktutar'ın Ölü Beyazı romanı, Ötüken Yayınları'ndan 2011 yılında yayımlanmış. "Ölü Beyazı Hastalığı'nın yegâne hekimi dostum ve kılavuzum Senail Özkan'a kalbi hislerimle..." diyerek, yazarın dostu, mütefekkir, araştırmacı, yazar, çevirmen Senail Özkan'a ithaf edilmiş. Kar beyazıyla okumaya başladım "Ölü Beyazı" romanını. Soğuktu. Kitabın adı da soğuktu, ürpertici idi okumaya başlamadan önce. Ölmek üzere olan bir insanın ölüm korkusundan başka ne olabilirdi ki bu roman? Ölü Beyazı... Böyle bir hastalık var mı acaba diye araştırdım. Yoktu. Ve soğuğu, karı, beyazı, ölümü hissederek okudum. Siz de okudukça anlayacaksınız ki ölüm, soğuk değil. Kar da öyle. Toprak da. Tabiat, ölüm her zaman kucaklar insanı.

Hayat da ölüme karşı yaman bir savaşçıdır

"Ölü Beyazı", aslında hem bir hastalık hem değil. Hem tedavisi var, hem yok. Modern insanın, hazırcı, tabiattan kopmuş insanın hastalığıdır ölü beyazı. Tek çaresi, tabiata sığınmaktır. Fıtratını yaşatmaktır, korumaktır insanın. Köpek, kurt, kuzu, kedi, arı, kelebek, kâinatta kim ve ne varsa insan dışında, fıtratına uygun yaşarken, insan yaşayamamaktadır. Modern insan, ölümü anlamlandıramıyor artık. Hâlbuki roman kahramanı, yazar, bir nevi yaşam koçu olan Kaptan'a yazdıklarında, ölümün güzel bir başlangıç olduğunu dile getiriyor: "Ölüm, hayatı yok etmek ister ama hayat da ölüme karşı yaman bir savaşçıdır."

Evet, şehirlerde öyle renkli bir hayat vardır ki bu cümbüş, tantana insana ölümü unutturmak ister. Ancak, aslında insan bilse ki hayatı ancak ölümle tamamlanabilir. Taze bir hayata başlamak için, ölmeliyiz. Ölmeden önce kendimizi öldürebilmeliyiz. Modern insan yalnız kalıp kendini bulamaz. Tabiattan uzak kaldıkça kendi ile Hz. Âdem arasında bağlantı kuramaz. Hayatını gürültüyle yaşar. Bütün duyguları yaşayamaz. Ruhsuzlaşmıştır. Bedeninin hastalıklarıyla uğraşır, ruhuna bakmaz. Çünkü yapacak çok işi vardır ve şimdi ölmek istemez. Ölüm için vakti yoktur, ölmenin zamanı değildir şimdi. Toprak insanı, ölüm karşısında bilgece duruyor Romandaki kurgu aslında karmaşık değil. Ölü beyazı hastalığına yakalanan kahramanın bu hastalıktan kurtulmak için daha önce bu hastalığa yakalanmış, başka bir kahramanla kulübede, dağlara yakın, tabiatla iç içe yaşamasından ibaret. Bu hastalığa yakalanan kahramanların ortak hedefi, hastalıklarından kurtulmak ve Kaptan'a verdikleri sözü tutarak özgün bir kitap yazabilmek. Roman, her tarafta ölülerin olduğu, buzdolaplarının bile ölü dolduğu bir kâbustan güzel bir rüyaya dönüşüyor diyebiliriz.

Kocaman dünyada garibanlık çeken kahraman, seçilmiş bir yalnızlık olmasa da, yalnızlaşarak doğanın müşfik kollarına atılacaktır. Kulakları sağır eden sessizlikle bir yandan hastalıktan kurtulmaya çalışır. Neden kendisinin bu hastalığa yakalandığını sorgular durur. Tabiatla iç içe yaşayacağı bu yer, Aynalıgöl, "elbiseleri yırtılmış ama göğsündeki en güzel ve mahrem mücevherlerini saklamak için kollarını bedenine sarmalamış bir genç kız mahcubiyetinde, utangaç ve çaresiz"dir. Burada, şehirlerde olduğu gibi kimse ölünün arkasından 'ölmemelisin' veya 'ölmek sana yakışmıyor' gibi laflar etmiyor. Toprak insanı, ölüm karşısında bilgece duruyor.

Hazan mevsimi ve ölü beyazı, birbirini tamamlayan ikiz kardeşler. Tabiatla iç içe yaşadığı kulübede, ilk kez uyuduğu gece, şunu fark eder kahraman. İlk defa deliksiz uyumuştur. Kulübede, tabiatta insan her şeyi hazırdan yemez. Toprağı küstürmüştür şehirli insan. Paketten, hazırdan yer. Ama doğadan sebzeye, meyveye ulaşmak isteyen insan, ona ulaşmak için bir sene beklemesi gerektiğini, vakti geldiğinde de sabretmesi gerektiğini öğrenir. Ortaya çıkan ürünü değerlendirmeyi bilir, israf etmez. Sadece kendisi için hazırlık yapmaz. “Allah'ın kulu bir biz değiliz” der ve nasibe inanır.

Hayatın zıtlıkları Kara (Köpek) ve Beyaz (Kurt) üzerinden doğrudan değil, sembollerle veriliyor romanda. Yine kahramanın hasta, hekim ve ölümle ilgili düşünceleri yer alıyor sembolik bir anlatımla. Eskiden hikmetle bakan kişiler, hekimler vardı. Hekimlerin piri, Lokman Hekim, kendisini muayene ettiği kişiye aşık, acı çeken, hüzünlenen bir canlı olarak bakar ve hasta olarak görürdü: “Dinleyen bir çift hekim kulağı ya da gülümseyen bir hekim yüzü, yüz reçeteye bedeldir." Ex olmak, sistem dışına çıkmak, ölmek yeni bir hayata başlamaktır. Hele hakkın rahmetine kavuşmak, vefat etmek, kutlu, özel bir yolculuğa çıkmak olmalı.

Dağlar, beyaz... Kış mevsimi. Zor tabiat şartları... Kulübede yazmaya ve yazarken de yaşamaya çalışırlar bir nevi. Doğa da insan da mucize... Farkında değil kendinin. "Kar, aynı zamanda tüm işlerin bittiği, kişinin kendi kendisiyle baş başa kaldığı bir mevsimin adıdır." Kar, hem müzik çalan hem raks edendir. Kar gibi geleceğe yağmak ister kahraman. Ve karın yağmasını seyretmek bir mucizeye tanık olmaktır aslında.

"Yazdıklarım sayesinde kimsenin bakışını değiştiremem ama ben tamamen değişmiştim"

"İnsan ömrü, bir kuşun dala konup oradan uçması kadardır nihayetinde." Bir müddet hastalığı nedeniyle tedavi gören Mehmet Sancaktutar, Rize Güneysulu, sevilen, sayılan bir hoca. Hastalığı neticesi Haziran 2014'te genç yaşta vefat ediyor. Bu romanda da görüyoruz ki, beden zayıflayınca ruh güçleniyor. Ölüme bakış hep böyle toprağa bağlı insanınki gibi olmalı diyorsunuz okuyunca. Ayrıca yazmaya ve yayın hayatına dair izlenimler ve tespitler de var.

“Ölü Beyazı”, ismine yakışır bir roman. Bizi, karın yağışına, hastalığı ve ölümü tıpkı tabiat gibi, kar gibi mucize olarak görmeye çağırıyor. Ve tabi ki duaya... Ölü beyazı hastalığına yakalanmasının tek sebebi; dua etmek... "Yazdıklarım sayesinde kimsenin bakışını değiştiremem ama ben tamamen değişmiştim" diyor, yazar.

Sıradan değil; hemen okunası, düşünülesi, hissedilesi bir roman...



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat