Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

HASAN ERİMEZ’İN İKİNCİ ROMANI: KUTLU KAĞANLIK GÖKTÜRKLERİN DOĞUŞU

Kutlu Kağanlık, yazarın ikinci kitabı. İlk kitabı Demirdağın Kurtlarında ‘Ergenekon Destanı’nı romanlaştırarak anlatan yazar, Kutlu Kağanlık’ta I.Gök Türk Devleti’nin kuruluşunu yani Gök Türk adının ve Gök Türkler’in ortaya çıkışını anlatıyor.

Kutlu Kağanlık romanında dikkati çeken ilk husus, alışıldık Türk tarihi –bilhassa da İslam öncesi dönem- romanlarının aksine daha ciddi ve edebiyat terimiyle daha ‘realist’ bir hava vermesi. Örneğin bütün Türk boylarını bir araya getirme gayesi güden Aşinalara, diğer Türk boylarının çoğu hemen olumlu yaklaşmıyor. Yani alışıldık tarihi romanlardaki o çamçak kaldırarak kutlama, modern tabirle ‘milliyetçi’ reaksiyon verme gibi romantik tabloyla hemen karşılaşmıyoruz. Çünkü Türk boylarının daha önce böyle bir gayeleri olmamış. Üstelik en büyük kaygıları otlak gibi, vergi gibi yaşamlarını idâme ettirdikleri maddi şeyler. Ayrıca bir kısmı da Aşinaların güçlenmesine hasetlenerek onların bu gayelerine çomak sokmak istiyor. Bunda kendilerince geçerli sebepleri de var. Yazar burada dönemin yaşam koşullarını ve bozkır insanının psikolojisini başarıyla aksettiriyor.
Bir de Türklerin kadim ve değişmez düşmanı Çinliler var tabii. Yazar, Gök Türk-Çin ilişkilerini romanın geçtiği tarihi dönemin gerçekliğine de sadık kalarak şaşırtıcı ve bir o kadar da etkileyici şekilde vermiş. Mesela Türkler ile Çinliler arasında öyle büyük ve sıcak savaşlar yaşanmıyor. Fakat çok akıcı ve etkileyici bir ‘soğuk savaş’ söz konusu. Bu soğuk savaşın sonunda ise Mukan Kağan’ın akıllıca planları ve kendini milletine adayan hükümdarlığı sayesinde Gök Türkler en büyük amaçlarından biri olan Çinlileri ülkelerine hapsetmeyi ve Çin’i kapana kıstırmayı başarıyorlar.
Romanda adım adım tematik güç olarak yükselen Mukan Kağan düşmanlarına karşı acımasız, tavizsiz ve töreleri ile yasalarına da aşırı düşkün birisi. Bu uğurda ağabeyi Kara Kağan ile kendisinin sürgün edilmesine de mâl olan şiddetli tartışmalar yaşıyor. Savaşlarda da düşmanlarını sadece yok etmeye odaklanıyor. Onun için düşman ya tamamen yok olmalıdır ya da ‘Büyük Türk Kağanlığına’ baş eğmelidir.Bunun dışında her olayı da kendi budununun lehine kullanmaya çalışıyor. Sürekli Gök Türk çatısı altında birleştirdiği Türklerin tam anlamıyla ‘bir millet’ olmaları için çabalıyor. Bu uğurda savaşlara giriyor, Gök Türklere verilmiş ‘Tanrı kutu’nun her şeyden daha yüce olduğunu ispat etmek için budunun çok çekindiği ‘Kara Kamlar’ı gözünü kırpmadan idam ediyor. Romanın başından sonuna kadar ödün vermediği bu karakteristik özellikleri, onu ‘Kağanların Kağanı’, Gök Türkleri ‘Büyük Kağanlık’, Türkleri de çobanından çerisine kadar diğer bütün milletlerin gözünde aynı seviyede ‘saygın’ yapacak kadar yükseltiyor. Ölmeden önceki son sözlerine istinaden, ölene kadar gecesiyle gündüzüyle Türklerin bir millet olmalarından ve hak ettikleri millet mertebesine yükselmelerinden başka hiçbir şey düşünmüyor.Yazar, romanda Mukan Kağan’ı her şeyiyle bir ‘insan’ olarak veriyor. Mukan Kağan; Tanrısal yardımlar, doğuştan gelen ilâhî güçler ve mistik özelliklerle değil yaşadığı acılar, düşünceler, heyecanlar, hırslar, hedeflerle adım adım Mukan Kağan oluyor. Örneğin ordusuyla Kitanların üzerine akın ettiğinde, yolda maruz kaldıkları talihsizlikler ve aksiliklerden ötürü çerilerinin bitkin düştüğünü ve akından geri dönmek isteyeceklerini düşünüyor. Onları konuşmalarıyla, hırsıyla ve ateşiyle son ana kadar diri ve dirençli tutmaya çalışsa da nihayet o da üst üste gelen aksiliklerden sonra umudunu yitirmeye başlıyor. Fakat tam da bu anda bu kez 5 tümen Gök Türk çerisi kağanlarının karşısına dikilip peş peşe attıkları müthiş koşuklarla ölene kadar onun yanında olduklarını gösteriyorlar. Bundan bir hayli etkilenen ve deyim yerindeyse yeniden dirilen Mukan Kağan, ordusuyla beraber ‘denizi’ yararak dörtnala akın ederken sinirlerinin boşalmasından ötürü tayma ata ata ağlıyor. Mukan Kağan kusursuzluğu düstur edinse de hata yaptığı da oluyor ve bu hatasından ötürü pişman da oluyor. Mukan Kağan törelere ve yasalara katı bir şekilde bağlı olsa da törelere bir kere dahi olsa karşı geldiği de oluyor fakat bunun da bedelini ödemek zorunda kalıp pişman oluyor. Mukan Kağan, eşi ölüm döşeğindeyken o buhran ve bir anlık boşlukta başka bir kadından etkilenebiliyor. Yani her şeyiyle bir insan olarak, hayallerinin, hedeflerinin, hırslarının doğrultusunda; karakterini oluşturan her duyguyu ve olayı yaşıyor. Bunun dışında en yakın arkadaşlarından ApaTulan, sırf ganimet kaygısından ötürü Mukan Kağan’a ihanet edip onu deyim yerindeyse yarı yolda bırakıyor. Ayrıca yine en yakın arkadaşlarından Sagan Alp’in Aparlarla yapılan bir savaşta büyük bir hata yapmasından ötürü Mukan Kağan vefâ ve adalet duygusu arasında kalıp bir süre düşündükten sonra herkesin yasalar ve töreler karşısında eşit olduğunu göstermek için adaleti seçerek Sagan Alp’i cezalandırıp onun rütbesini alıyor.
Roman, başından sonuna kadar kendini hiç zorlamadan birbirini kovalayan olaylar silsilesiyle devam ediyor. Üstelik bu akıcılık, 500 küsür sayfa boyunca çıtayı hiç düşürmeyen bir üslup ve dil seviyesi ile sürüyor. Yazar subliminal ve bilinçli bir şekilde Orhun Yazıtlarından birkaç cümle alıntı yaparak, baştan beri gelen bir “Gök Türklük bilinci ve Gök Türk telakkisi” olduğunu çarpıcı bir şekilde sunuyor. Sürekli hareketlilik arz eden romanda savaşlar da çok canlı tasvirlerle anlatılıyor. O dönemki bir savaşta yaşanılacak her sahne, coşkulu ve akıcı bir şekilde anlatılıyor. Bilhassa Tangutların ‘fethedilmez’ denilen kalelerine saldırırken okuyucuyu büyük bir heyecan ve sürpriz bekliyor.Mukan Kağan’ın “bir Gök Türk çerisiyle bir Çin ordusunu yenmesindeki” ince ve yüksek zekâ ise hayranlık uyandırıyor. Mukan Kağan, ordusuyla beraber akınlara giderken, savaş planları yaparken ve budunu için düşünürken okuyanı da kendisiyle beraber o heyecana ve psikolojiye çekiyor.
Romanın en önemli özelliğinden biri de tam anlamıyla bir ‘roman’ havasında olması. Çok kalabalık bir olaylar silsilesi olmasına rağmen neredeyse hiç didaktik bir dil kullanılmıyor. Olaylar net ve akıcı diyalogların yahut kurgudaki akışın içinde veriliyor. Bu da kitabı bir kaynak kitap yahut belgesel olmaktan uzak tutup tam manasıyla edebî bir roman yapıyor. Eseri tam manasıyla edebî bir roman yapan diğer husus ise tasvirlerin, diyalogların ve ara anlatımların o dönemki Türklerin telakkilerine uygun olması. Diyaloglar ve anlatımın içinde deyimlere ve bozkırlı Türk telakkisini aksettiren tasvirlik cümlelere sırıtmadan yer verilmesi, sanki o olayları görüp yaşayıp da not etmiş birisinin bu kitabı yazdığını hissettiriyor. Kullanılan dil ve üslup neredeyse hiç bozulmuyor. Sıkmayan, edebiyatta “Pozitif” denilen takılmadan yürüyen bir anlatım mevcut. Gerek yazarın kendini de kaptırarak olayları bire bir yaşamışçasına yazması gerekse de dikkatli edisyon kritiğinden ötürü cümlelerin neredeyse bir kuyumcu titizliği ile oluşturulduğu belli oluyor.
Roman bir çok yönüyle klasik bozkır romanlarından ayrılıyor. Başta bahsettiğimiz gibi etkileyici ve çarpıcı bir gerçeklik söz konusu. Bunun dışında unutulmuş deyimler ve kelimeler ile Türk tarihinde belki de hiç bilinmeyen bazı sosyal-kültürel özellikleri didaktik olmadan veriyor. Aşinaların büyük ülküleri uğrunda çektikleri zorluklar, büyük ülkülerine adım adım yürümeleri, bu esnada evvela birleştirmeye çalıştıkları bazı Türk boylarının Aşinalara gizli düşmanlık gütmeleri, Mukan Kağan’ın Türk olsalar bile büyük ülküyü engellemeye çalışan herkesin düşman olduğunu söylemesi ve onları cezalandırması, gece gündüz demeden ve bir an durup oturmayı düşünmeden sürekli Türklere Türk olduklarını hatırlatmak ve Gök Türk Kağanlığını yüceltmek için akınlarla, savaşlarla, zorluklarla ve nihayet çetin de olsa zaferlerle dolu bir ömür geçirmesi akıcı ve etkileyici bir kurgu ile üstelik de psikolojik unsurlarla da süslenerek anlatılıyor. Romanın sonlarında Mukan Kağan’ın Gök Türk ilini dolaşarak büyük ülküyü gerçekleştirdiğini gözleriyle gördüğü sahneler ise tüyler ürperten bir duygusallıkla veriliyor.
Nitekim roman gerek kurgusu, gerek karakterleri, gerek teması, gerek başarılı psikolojik unsurlar barındırması, gerek cümle mühendisliği dedirtecek tasvirlerle donanmış olması, gerek akıcılığını hiç kaybetmeyen olaylar silsilesiyle yürümesi, Gök Türklerin kuruluşunun ve Türklerin bir bütün haline gelerek dirilişlerinin adım adım anlatılarak okuyucuyu içine çekmesi bakımından bir tarz romanı olması dışında, edebîliği ve aksettirdiği etkileyici gerilimi, yüksek coşkusu ve heyecanıyla da çok başarılı bir tarihi roman olmuş.


Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat