Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

“GEÇMİŞİN AYNASINDA”: KADINA İŞARET EDEN BİR KİTAP

“Geçmişin Aynasında” Hatice Bilen Buğra’nın Ötüken’den çıkan dördüncü hikâye kitabı. Hikâyede karar kılmış, hikâyenin hizmetinde bulunan her yazara, hikâye tutkunu bir okur olarak saygı duyuyorum. Zira yoğun bir zihinsel enerji ister, algı ve sezgi gücü ve sabır gerektirir hikâye yazarlığı; uzun yıllara yaydığınızda, yolunu değiştiren, dümenini romanın rotasına kıran çok olur bu yüzden. Üstelik Hatice Bilen Buğra, hikâyelerinde kadına işaret eden bir yazar. Toplumun kadına biçtiği roller vardır hani; iyi bir eş, söz dinleyen evlat, uysal bir gelin, fedakâr anne… Hatice Bilen Buğra, “Geçmişin Aynasında” kitabındaki altı hikâye boyunca, işte kadına biçilen bu rolleri paylaştırmış, her bir hikâye ile okurlarının bilinçaltına bir şekilde işlemiş bu kadınlık hallerinin altını çizerek geçmişten geleceğe uzanan dişil bir köprü kurmayı başarmıştır. Bir yazar olarak, bu köprüden geçerken, kâh boyun eğen kâh kafa tutan, yeri geldiğinde direnen kadınları gösterirken bize, aslında her kadının güçlü olduğunu, ama sadece bazılarının bunun bilincine vardığını, bazılarının da hayatın onlara sundukları karşısında önemli kararlar vermeleri gerektiği anlarda, işte o anlarda bu gücü fark ettiklerinin altını çizer. Geçmiş, geçmişte kalmaz aslında; geleceğe yön verişiyle her zaman hatırlanmayı, şimdiki zamana taşınmayı hak eder. Bu kitaptaki hikayelerde de yazar öyle yapar; geçmişi bugüne taşır, hatırlayışlarla. Kitabın ilk hikâyesi “Kabul Günü” nde, kadınlara özgü o günün bütün teferruatlarını bir oya gibi işleyerek verirken yazar, kabul gününün güngörmüş misafirlerinden birine,65 yaşlarındaki Remziye Hanım’a vererek sözü, onun dilinden geçmişe bir yolculuk yaptırır diğer misafirlere. Remziye Hanım’ın hikâyesi, aslında sıradandır: On dört yaşındayken babası yaşında biriyle evlenmek zorunda bırakılmış, yıllarca kocasından eziyet görmüş, kırk iki yıldan sonra kocasının ölümü üzerine ancak hayatın küçük mutluluklarını tatmaya başlamış, özgürlüğünü eline almış biri. Onun şahsında, aslında koca eziyeti ile yıllar yılı gün göremeyen yurdum kadınının da panoraması çizilmiştir. Bu kadınlar, toplumun onlara biçtiği rolü oynamak zorunda bırakılır. Kötü bir koca, kadının kaderidir, boşanmak yakışık almaz, illa da çekeceksin. Hele hele isteyerek gittiysen seni nelerin beklediğini bilmediğin o hayatın kollarına, “Boşanma Haberi” hikâyesinde olduğu gibi. Cavidan, yıllar evvel bir kemence sesine kapılıp, aklını alan aşkın yanılsamasına aldanarak evlendiği adamı, tembelliğine, sorumsuzluğuna rağmen bırakamaz. Ailesinin istemediği biriyle evlenmiştir çünkü, gelinlikle çıktığı eve kefenle dahi giremez, görenek budur. Yıllarca yoksulluğa, çocukları hastalandığında onların ilaçsız kalışına katlanır da; gün gelip kızını evlendirdiğinde, aynı şeyleri kızının da yaşamasına katlanamaz işte. Toplumun kadına biçtiği rolü, kızı için kabullenmez ve ona kocasından boşanması için cesaret verir. İşte bu, yazarın kadını işaret ederken, boyun eğmenin kader olmadığı mesajını verişinin de bir şeklidir aslında. Kitaba da ismini veren ve en uzun hikâye olan “Geçmişin Aynasında” hikâyesinin Elmas’ı, belki koca eziyeti çekmemiştir. Ancak o da bir erkek egemen toplumun kurbanıdır aslında. “Küçük bir Anadolu şehrinin bunaltıcı ortamından, dini, birtakım yasak ve kısıtlamalardan ibaret sanan bir babanın baskısından” kurtulmak için evliliği kurtuluş sanan Elmas’ın yağmurdan kaçıp doluya tutuluş hikâyesidir. Kocası ona eziyet etmese de kayınvalide, görümce gibi, bu sefer de kendi yaşayamadıkları hayatın acısını gelinlerinden çıkaran kadınların eziyetine maruz kalır, hizmetçi niyetine gelin edilen bir evde kaderini yaşamaya zorlanır. On yıllık bir evlilikten sonra eşinin ölümünü, peş peşe doğan dört çocukla ortada kalışını, namusu ile çalışıp bir lokanta açmasını ve dürüstlüğü ile tutunarak ekmeğini taştan çıkarışını Elmas, geçmişin aynasından seyreder. Şimdiki zamandan baktığında onca sıkıntıyı boşa çekmediğini de görürüz. Her şeye rağmen, hayata rağmen mücadele etmenin gerektiğini anlatan bu hikâyenin satır aralarından, kadınların aslında zorluklar karşısında nasıl güçlenebileceklerinin mesajını okuruz. Nasıl ki karbon, önce bir kömürdür, sonra dünyanın en sert ve değerli madenine dönüşür; hikâyedeki kahraman Elmas da tıpkı ismini aldığı o değerli maden gibi mücevhere dönüşüm aşamasında sabırla, inançla, irade gücüyle, isminin ifade ettiği mücevher değerinde bir hayatla ödüllendirilir. “Yuva Kurmak” ve “Kıskançlık” hikâyeleri ise, kitaptaki dengeyi sağlayan hikâyeler olmalı. Yazar, her ne kadar kadına karşı erkek egemen toplumun baskısını işaret etse de, bazen kadının da erkeğe kötülük edebileceğini, kadının da zaaflarına yenildiğinde tehlikeli olabileceğini göstermesi açısından önemlidir. “Yuva Kurmak” hikâyesinde, Salih Ağa iş görmeyen, pasaklı, üşengeç karısına yıllarca katlanır, boşanmak istese de çocukların hatırına vazgeçer. Gün gelir, çocuklar büyür, özellikle kızı annenin yükünü hafifletir; tertip, düzen gelir eve. Ama bir gün kızı, oğlanlar evlenip de Köroğlu- Ayvaz yeniden baş başa kaldıklarında, o dağınıklık Salih Ağa’yı bunaltmaya başlar. O sırada gördüğü yuva yapmakta olan bir çift leylekle kendi durumunu ilişkilendirir. Dişi leyleğin erkek leyleğe lakaytlığı, yuva yapma gayreti karşısındaki umursamazlığı karşısında, kendi eşine gösteremediği tepkiyi gösterir ve bu yuvayı dağıtır. Erkek leyleğin bu tavır karşısında yeni bir eşle hayata yeniden başlaması karşısında Salih Ağa, dolaylı yoldan intikam almış olur eşinden. Ama bu hikâye ile dahi yazar, yine kadını işaret eder okura. Hayat karşısında tökezlese bile düşmeyen, içindeki gücü keşfederek ayakta durmayı başaran kadınları işaret eden “Geçmişin Aynasında” kitabındaki bu hikâyeler, anlatımındaki ve kurgudaki sadeliği ile de hayatı kucaklamayı başarmış. Umarım yazarın hedeflediği kitleye ulaşmayı ve mesajını iletmeyi de başarır. O halde son sözü yazara bırakalım: “Asıl kahramanlık, en korkunç durumlarda bile bir şey olmamış gibi yaşamayı sürdürebilmektir.”(s.46)



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat