Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

DÜNYAYI ANLAMANIN İPUÇLARI: "İKİ DÜNYANIN HİKÂYESİ"

Din olgusu ilk insandan itibaren ortaya çıkan bir olgu. O nedenle sadece vahye inanıp ilk vahyin Hz. Adem’le başladığını belirtenler ile, dinlerin ilk insandan başlayarak süreç içinde gelişip, evrildiğini öne sürenler aynı başlangıç noktasında uzlaşırlar.

İnsanlık tarihiyle başlayan bir olgunun günümüze kadar etkisini sürdürmesinden yola çıkarsak, bundan sonrası için de dinin hep gündemde olacağını var sayabiliriz. O halde insanla ilgili konuları ele alıp, onun kurduğu/kuracağı uygarlıklara, yeni bir gelecek inşasına değindiğimizde dini de göz önünde bulundurmak zorundayız.

Din denince akla ilk gelen kuşkusuz ilahi dinlerdir. Yani ilahi kaynaklı olan İslamiyet, Hıristiyanlık(İsevilik) ve Yahudilik(Musevilik). Konuyu İslam penceresinden ele aldığımızda ise ilahi dinler arasında iki ana hattan bahsedebiliriz; İslam ve Hıristiyanlık. Hıristiyanlığın temellerinin dayandığı Batı uygarlığı aynı zamanda Yahudiliğin de bir nevi temsilcisi durumdadır. Bu nedenle Batı uygarlığı dendiğinde bu iki dini de içeren bir anlayış akla gelir.

Süleyman Eryiğit’in “İki Dünyanın Hikâyesi" adlı eseri dinden yola çıkarak Doğu ve Batı dünyasının oluşturduğu medeniyetlerin ana temasını irdeleyen bir eser. Yazarın "İnsan, Anlam ve Medeniyet Üzerine Düşünceler"iyle ilgili makalelerinden oluşan bu eser daha önce “Türk Yurdu Dergisi'nde bölüm bölüm yayınlanmış.  "Din, Anlam ve İnsana Dair”, "Din ve İdeolojiye Dair", "Din ve Devlete Dair" ve "İnsan ve İdeolojiye Dair" başlıkları altında dört ana bölümden oluşan kitapta birbiriyle ilintili çeşitli değerlendirme yazıları yer almakta.

Batılı aydınlar 'din' dendiğinde bundan sadece hıristiyanlığı anladıkları için konuları bu dinin mantalitesiyle yorumlamaya kalkarlar. Kilisenin etkisizleştirilmesinin ardından yürüyen din tartışmalarında aydınlanma çağının ruhuna uygun olarak akıl hep öndedir. Bu durumu sadece aydınlanma sonrasına da mal edemeyiz. "Batı düşüncesi Sokrat’a ve Platon’a rağmen antik dönemden bu yana hakikati somut varlıklar üzerinden anlamaya çalışmıştır. Tanrı,  aşkın bir varlık olsa da Batı düşüncesi O’nu hep gözüyle görmek arzusundan kendini kurtaramamıştır. Hıristiyan ilahiyatı da bu bakış açısından kendini kurtaramamıştır."

“Batı düşüncesi hem söz hem de akıl anlamına gelen "logos"u; yani aklı, anlamanın ve bilmenin yegâne imkânı olarak kabul etmesine rağmen aklı araçsallaştırarak, aklı hikmeti bulmanın değil, sadece eşyayı anlamanın aracı kılmıştır. Bir başka anlatımla sözü, yani akletmeyi somuta hapsetmiştir. Oysa akıl İslam düşüncesinde insanı somuta, sınırlıya,  olguya değil soyuta kanatlandırmak ister. Onun için Kur’an’da sıklıkla “Akletmiyor musunuz?”, “Aklınızı kullanmıyor musunuz!” ikazlarıyla; “akıl sahipleri”, “aklını kullananlar” nitelemeleri ile karşılaşırız. Akla yüklenen bu iki anlam İslam geleneği ile Batı düşüncesinin temel farkı gibi durmaktadır.”

Batı dünyasının teolojisiyle, İslam dünyasının teolojisi arasındaki bu yaklaşım farkı düşünceyi farklılaştırdığı gibi medeniyetleri de farklılaştırmıştır. Batı medeniyeti maddesel, somut şeyler üzerinden biçimlenirken, İslam medeniyeti somuttan soyuta uzanan bir derinlik boyutuyla var olmuştur. Eryiğit’in kitabının ilk bölümü bu perspektifle ele alınan makalelerden oluşmakta ve makalelerin hemen hepsinde İslam ve Hristiyanlığın din konusundaki yaklaşım farklılıkları irdelenmekte.

"Protestan ilahiyat, bir yandan 'post-modernle aklanma öğretisi', diğer yandan 'iki krallık doktrini', bir diğer yandan seküler alanın da Tanrı’nın iradesi ve kutsal olduğu teziyle devleti ve uygulamalarını meşrulaştıran yanıyla, modern Batı medeniyetinin fideliği olmuştur. Buna karşılık bambaşka bir zihniyet paradigmasına sahip Türk ve İslam dünyasında ise farklı bir hikâye yaşanmaktadır. Türk İslam iklimi sınıf kavramına yabancıdır. Batı’dan farklı olarak yine bu dünyada Avrupa’da olduğu şekliyle kral yoktur, feodal yoktur, serf yoktur, burjuva yoktur. Kitap muhatabına doğrudan konuşur. Kitabı sadece ben anlayabilirim diyen bir ruhban sınıfı yoktur."

Batı’da sadece dini kavramlar değil ahlaki kavramlar da Doğu’da ve İslam dünyasındaki anlamlandırmalardan farklıdır. Batı’nın düşünsel temelinin dayandığı filozoflar ahlaki olanı iyi olan diye değerlendirmekteydi. “İyi” kavramına Batılı filozofların yüklediği anlam Müslümanların anladığından oldukça farklıydı. “Aristippos, kaynaklara göre iyi kavramı üzerinde yoğunlaşan ve felsefesini bu kavram etrafında ören ilk filozoflardan olarak gösterilmektedir. O doğrudan hazzı temel alan bir öğreti geliştirmiştir. Ona göre “Haz veren şey iyi, vermeyen ise kötüdür.” Epikuros ise iyiyi “içsel huzur ve acıdan yoksunluk” olarak tanımlamıştır. Epikuros’tan yaklaşık iki bin yıl sonra yaşayan Jeremy Bentham ise  “İyi olan zevk ve mutluluktur, kötü olan acıdır. Bu halde herkes kendisi için en yüksek hazzı temin etmek için hareket edecektir.” Stuart Mill, "İyi nedir?” konusunda meseleyi arzu cihetinden ele alır ve şöyle der; “Zevk arzu edilen tek şeydir. Böyle arzulanabilir tek şey zevktir.”

Batı medeniyeti bu kültür üzerine inşa olduğu için teolojisi de bu düşüncelerin etkisinden kurtulamamıştır. Batı’da İncil hiçbir zaman insanların, toplumların ana esinlenme kaynağı olmamıştır. “Batı Medeniyetinden farklı olarak, İslam Medeniyetinde her dönemde Müslüman’a kim olduğunu ve nasıl olması gerektiğini sadece kitap söylemiştir. İslam geleneğinde hiçbir kişi ya da kurumun Kitabın fevkinde bir pozisyonu olmadığı gibi, en şöhretli müfessir, müçtehid ya da imamların görüşleri, nihayetinde kişisel yorum olmaktan öteye geçememiş; Kitap’ın önünde veya üstünde bir konum kazanamamıştır. Çünkü bir müslümana “Allah’ın bizden istediği nedir? “ sorusunun cevabını sadece Kitap söyleyebilir."

İSLAMİ DEVLET TAHAYYÜLLERİ VE TÜRKİYE İSLAMCILIĞI

Kitabın "Din ve Devlete Dair" başlıklı bölümünde, Türkiye’deki yakın dönem İslamcılarının İslami devlet arayışları ve bu yönelişteki düşünsel etkilere değinilmekte. Ancak geniş bir bölümde irdelenen bu bölümde yer yer, yeni dönem İslamcı düşünürlerin kendi kültür dağarcığından habersiz, Arap ve Acem İslamcılarının etkisinde ve onların dost gördüklerine dost, düşman gördüklerine düşman gözüyle baktıkları iddialarının bir abartıya kurban gittiği görülmekte.

"İslamcı" arkadaşlarımız, 1970’li yıllardan 1990’lı yıllara gelinceye kadar, iki farklı kültür muhitinden iki farklı okumalar yaptılar: Bunlardan birincisini Mısır-Lübnan, diğerini Pakistan-Hindistan bölgesi ve özellikle de 1979 İran İslam Devrimi’nden sonra İran oluşturdu. Bu iklimlerden gelen yayınlar kutsal metinlermiş gibi okundular. Bu coğrafyanın önder ve entelektüelleri, bu arkadaşlarımız nezdinde büyük hüsn-ü kabul gördü. Mesela bu isimlerden Seyyid Kutup, Elmalılı’dan; Hasan El Benna, Mehmet Akif’ten; Muhammet Abduh ve Ali Şeriati, Erol Güngör, S. Ahmet Arvasi ve Nurettin Topçu’dan; Mevdudi, Yusuf Kardavi, Ömer Nasuhi Bilmen’den daha makbul addedildiler. Oysa bizim düşünce geleneğinde hakikaten oldukça zengin bir birikim ve malzeme vardı, ama hiç dönüp bakılmadı bile" paragrafıyla başlayan yeni dönem İslamcı eleştirisi yer yer dozunu artırarak bir İslamcıların kendi kavmine yani Türklüğe düşman haline geldiği gibi bir polemiğe dönüşmekte.

Oysa İslamcılar kendi kaynaklarına hakim ve sahip olmanın yanı sıra, dini baskılayan bir modelden kurtulma adına çeviri eserlere itibar ettiler. Buradaki ana gaye bu topraklar dışında bulunan Müslüman aydınların benzer baskıcı sistemlere karşı neler söylediklerine dikkat ederek onların düşünce ve tecrübelerinden yararlanmaktı. İslamcılar, bu maksatla sadece İslam coğrafyasındaki düşünürlerden değil, Batı’da da sisteme karşı fikirler geliştiren ve mevcut sistemleri daha insani bir modele çevirmeyi hedefleyen, bu amaçla düşüncelerini ortaya koyan yazar ve düşünürlerden de istifade ettiler.

Eryiğit’in "1980’li yılların sonu ile 1990’lı yılların başına gelindiğinde, Soğuk Savaşın da sona ermiş olmasının etkileriyle tüm kürede ortaya çıkan ve Batı’nın kendisini (ve dolayısıyla dünyayı) bir kere daha tanımlama ve anlama (siz buna kurgulama da diyebilirsiniz) çabalarının bir sonucu olarak "post-modern metinler ve okumalar" ortaya çıktı. Bu metinler “İslamcı” arkadaşlarımız tarafından da büyük heyecanla karşılandılar. Habermas, Adorno, Gadamer, Gellner, Lyotard, Foucault, Feyereband, Giddens vs. ağızlarından düşmüyordu"  ifadeleri de bu gerçeği doğrulamakta.

İşin aslı; yeni dönem İslamcılar İslam tarihinin önemli düşünürlerinin metodolojisini takip etmekteydiler. Nasıl ki İslam düşüncesinin en önemli isimleri olan Farabi, El Kindi, İbn Sina, İbn Rüşd, Gazali gibi düşünürler eski Yunan filozoflarını okuyup, onlardan yararlanmışlarsa, Türkiye’deki yeni dönem İslamcılar da emperyalist dünya düzenine, zulme eleştiri getiren tüm düşünürlerin eserlerinden istifade ediyorlardı.

Yine benzer bir polemik konusu ise Türkiye’deki “Kürt Sorunu”yla ilgili. Yazar burada da ümmetçilik düşüncelerinin bazı Kürtlerde farklı çağrışımlara yol açtığını, bu düşüncenin “millet” kavramını aşındırdığını oysa millet ile ümmetin aynı anlama geldiğini ve hatta “millet” kavramının daha üst ve rafine bir kavram olduğunu öne sürerek kavramları asıl anlamlarına dayalı olarak kullanmaktan ziyade bir sonuca varmak için kullanmakta.

“Türk Milliyetçiliğinin, Milletçi; yani bu ülke bakımından esasen bir dine mensup olanlar; bir peygambere mensup olanlar anlamında ümmetçilikten bir farkı olmadığını; aksine belki de kültürel anlamıyla ümmetçiliğin daha ince ve daha elverişli, daha teknik bir ifadesi olduğunu da ıskalamamak gerektiğine inanıyoruz."

“İnsan ve İdeoloji” konusunun ele alındığı kitabın son bölümünde ise, insan, din, ideolojiler ve bu bağlamda kapitalizmin etkilerine değinilmekte. İslam dünyasının hızla kapitalizme eklemlendiğine dikkat çekilen bu bölümde, sadece İslam dünyasını değil, tüm dünyayı ahtapot gibi kuşatan bu sisteme karşı yeni bir düşünme geliştirme zorunluluğuna vurgu yapılmakta. “İki Dünyanın Hikâyesi” bir araştırma eserinden çok bir düşünceye dayalı makalelerden oluştuğu için din temelli konular hakkında bir fikir jimnastiği yapmamızı sağlayan bir eser. Bu nedenle bu konulara ilgi duyanların okumasında yarar var.



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat