Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

DEDE KORKUT SÖYLEMİYLE ÇANAKKALE ZAFERİ’Nİ ANLATMAK: “KOÇAKLAR 1915 ÇANAKKALE” -Doç. Dr. Selami Alan

Doç. Dr. Selami Alan

Bu makale, 2015 yılında Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve Sosyal Bilgiler Eğitimcileri Derneği işbirliği ile düzenlenen IV. Uluslararası Sosyal Bilgiler Eğitimi Sempozyumu’nda (USBES) aynı başlıkla sunulan bildirinin düzenlenmiş ve geliştirilmiş halidir.

 

Oyhan Hasan, Dede Korkut hikâyelerinden çok fazla etkilenen ve “modern destan yazıcısı” (Bıldırki, 2012: 6) olarak anılacak kadar hikâyelerinde Dede Korkut ağzı kullanan bir edebiyatçımızdır. 2012 yılında yayınladığı Koçaklar 1915 Çanakkale eseri de bu öykünmenin bir örneğidir. Diğer bir ifadeyle yazar, Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki dil ve üslubu benimseyip taklit ederek pastiş4 yöntemiyle yeni bir eser meydana getirmiştir.
Önsöz bölümünde, “Görüp baktım ki, Çanakkale’de yarattığımız yiğitlik dolu günler, üç beş şairimizin mısralarında kalmış, onlar da okunmaz olmuştur.” (Bıldırki, 2012: 11) tespitini yapan yazar, yine aynı bölümde, “İstediğim, sadece benden sonra gelecek olan genç kuşaklara bir soluk götürmek, geçmiş ile gelecek arasındaki köprübaşlarını arayıp bulup, gün ışığına çıkarma yollarını göstermektir.” (Bıldırki, 2012: 12) cümlesiyle de bu eseri neden kaleme aldığını dile getirmiştir. Tarihini unutan bir milletin köksüz ağaç gibi kuruyup tarihin tozlu sayfalarında unutulan mezar taşlarına döneceğini belirten Bıldırki, bu eserinde iki büyük destanı harmanlamıştır. Bu harmanlama sırasında ise, Fuat Köprülü’nün “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar.” (Ergin, 1964: IX) cümlesiyle kıymetini vurgulamaya çalıştığı Dede Korkut hikâyelerini örnek almıştır. Mesela eserinin bölümlerini bile, Dede Korkut hikâyelerinin kurgusuna benzer şekilde, bir önsöz ve 12 bölümden oluşturmuştur.
Romanının bölümlerini Dede Korkut hikâyelerine benzetmeyen çalışan Oyhan Hasan, roman kahramanı olarak seçtiği kişilerin isimlerini de hikâyelerdeki isimlere uygun belirlemiştir. Örneğin romanda kullanılan “Musa Balı Beyoğlu Adsız Bey, Akbıyık Sultan, Sarıca Beşe, Rüstem Oğlu Deli Boran, Namdar Batur, Fakir Nam Dilaver Derler Bir Koç Yiğit ve Hanlar Hanı Sultan Reşat” gibi isimler, Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki “Dirse Han Oğlu Boğaç Han, Bay Büre Oğlu Bamsı Beyrek, Kazılık Koca Oğlu Yeğenek ve Hanlar Hanı Bayındır Han” gibi adlandırmaları anımsatmaktadır. Yine bu adlandırmalar sadece insanlarla sınırlı kalmamıştır. Mesela düşman denizaltı gemisine “Su Aygırı Nam Denizaltı” denildiği gibi “Nice Koçlar Yatağı Arıburnu” gibi yer isimleri de hikâyelerdeki isimleri çağrıştıracak biçimde kullanılmıştır.
Yazar Koçaklar 1915 Çanakkale eserine Dede Korkut söylemi kazandırmak için, anlatımını kısa cümleler üzerine inşa etmiş, bol bol sıfatlara ve tekrarlara yer vermiştir. Yapılan tekrarlar sayesinde, hikâyelerde olduğu gibi farklı birçok olaydan bahseden eserde bütünlük oluşturulmuştur. Vasıflandırmalarda ise millî bir duyguyla hareket etmiştir. Türk askerlerinden bahsederken “gazilerim, şahbazlarım, koçlar, koçaklar, yiğitler, alp erenler, serdengeçtiler” gibi övgü dolu yüceltici sıfatlar kullanırken, düşman askerlerini, “kara dinli kâfir, Frenk köpekleri, yüreksizler, ürkek sığırcık alayı, töresizler, besmelesiz kefereler” gibi alçaltan ve hakaret içeren sıfatlarla nitelendirmiştir. Bu vasıflandırmalara uygun olarak da eserin birçok yerinde Türklerin, vatanlarını işgal eden düşmanlarına bile merhametle davrandığına dair örnekler vermiştir. Buna karşılık düşmanın acımasızlığını, kahpeliğini ve kalleşliğini vurgulamıştır. Eserde bu ifadelerin yer aldığı örneklerinden biri, sahil kenarında oynayan dokuz masum Türk çocuğunu öldüren düşmanların esir edildiği sahnedir. Burada, Türklerin hissettikleri yoğun acılara rağmen esirlerine yine de insanca muamele ettikleri ve onlarla ilgilendiklerini anlatır. Öyle ki Türkler, kendileri zor yiyecek bulurken, esirlerin isteklerini yerine getirirler. Türklerin bu âlicenaplığı, düşman askerlerini bile şaşırtır:
“Anzak oğlu Robert nam kâfir ileri durdu: ‘Karnımız açtır!’ dedi, şarap ve et diledi, ekmek istedi. Çağrı Bey, tez emrini verdi. Kâfirin gönlü hoş olsun diye aş, şarap, et ve dahi ekmek getirtti. Şol kara dinli kâfirler sevindiler. Ne var ki Türk’ün büyüklüğü, âlicenaplığı karşısında utandılar, yerin dibine geçtiler. Kimileri utançlarından ağladı. Kimileri verilenleri yiyemedi. Çağrı Bey, Anzak oğlu Robert nam kâfire sordu:
- Bre, kara dinli! Zavallı yavrulardan ne istediniz? Bu yaptığınız kepazelik nice iştir? Hangi defterde yazar böyle kancık işler? Bir de medenî insanlar olacaksınız. Hani nerde kaldı sizin medeniliğiniz? Yazık size, vah size!
Robert nam kâfir başını yere eğdi, öylece ayıttı:
- Bizi bağışlayınız. Bir yanlış iş tuttuk. Biz dahi emir kuluyuz. Verilen emri yerine getirmekten gayri suçumuz, kusurumuz yoktur” (Bıldırki, 2012: 45).
Oyhan Hasan, Dede Korkut Hikâyelerinde olduğu gibi, Türk milletinin hangi şartlarda olursa olsun her zaman töreye sahip çıktığını ve insanlığı önde tuttuğunu vurgulamaya çalışır. Bunu yaparken de, yukarıdaki örnek metinde görüldüğü üzere, yine Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki söylemlere benzer şekilde seslenmelerden yararlanır. Dede Korkut Hikâyeleri’nde sıkça karşılaşılan ve yiğitlik, kahramanlık duygularını çağrıştıran “Bre!” ve “Han’ım, Hey!” nidalarını eserin birçok yerinde kullanır. Böylece okuyucuyu eser boyunca canlı tutan bir anlatım sağlamaya çalışır. Eserde tekrar edilen ifadeler ise, sadece bu seslenmelerden ibaret değildir. Örneğin zamanın geçtiğini anlatmak için eserin altı değişik yerinde:
“Zaman, avara kasnak. Tutabilene aşk olsun.
Döndükçe dönüyor, dönüyor.
Döndükçe dönüyor!” (Bıldırki, 2012: 88, 89, 98, 104, 158, 165).
mısralarını kullanmıştır. Aslında olayı aktarırken şiirsel anlatım kullanmak, modern anlatı türlerinden biri olan romanda pek sık karşılaşılmayan bir durumdur. Roman, “yazarın deneysel ego’lar üzerinden varoluşa dair birtakım temaları sonuna kadar incelediği büyük düzyazı biçimi” (Kundera, 2009: 160) olması yönüyle şiirsel anlatımdan uzaktır. Yani romanda olayların anlatımı mısralarla değil satırlarla yapılır. Oysa geleneksel anlatı tarzını kullanan Dede Korkut Hikâyeleri’nde, manzum ve mensur anlatım iç içedir. Hikâyelerdeki anlatımı örnek alan Oyhan Hasan da, eserini roman olarak kurgulamasına rağmen, bu anlatım biçimlerini birlikte kullanır. Düzyazıdan manzum bölümlere ise, yine hikâyeleri hatırlatır bir biçimde, “ayıttı, aydur, söyledi, ne söylemiş, bakalım, görelim” gibi ifadelerle geçiş yapmıştır. Eserde 18 Mart 1915 Perşembe günü Çanakkale’de yaşanılan kahramanlıkların anlatıldığı bölüm, bu anlatım biçimlerinin birlikte kullanımına güzel bir örnektir:
“Hanım, hey! O çağda, kılıç tutan ellerin hile dokuduğu çağda... Kişioğlunun talihinin ters döndüğü çağda, Osmanoğlu'nun hali nicedir? Bakalım, görelim:
- ‘Ah yiğitler, vah yiğitler
Kılıç belde süs yiğitler
Çarşı pazar fiskos eder
Nerde kaldı bey yiğitler?’
Bre Han'ım hey! Vakit tamam oldu, söz açıldı. Bizi bilmezlerden sanma. Ah, vah edip sızlanma. Elbet biliriz biz de o meseli: "Söz gümüşdürür, sükût altundurur." Amma lakin bizim işimiz susmak değil. Bizim işimiz oturup uluorta laf etmek değil. O iş, hatun kişi işidir. Dil susarsa, mazi unutulur. O serdengeçti yiğitlerin, palabıyıklı, kor ateş yürekli, demir bilekli yiğitlerin destanı unutulur mu hiç? Uzun sözün kısası Han'ım, o destan şöyle başlar:
Kişioğlunun gözünü karalar bürüyen çağda, salkım salkım kızıl güllerin açmaz olduğu çağda, yavruların atasından koparıldıkları çağda, yıllardan 1915, günlerden 18 Mart Perşembe. Kestirmeden diyeyim, yiğitlerin harman olduğu gün.
Ne demişler?
Lapa lapa kar yağsa yaza kalmaz,
Vakti erişmese gökçe çimen bile
Tavlı topraktan başını kaldıramaz” (Bıldırki, 2012: 58-59).
Anlattıklarına Dede Korkut’un söylem gücünü katmayı arzulayan Oyhan Hasan, oluşturduğu bu eserde kendini Dede Korkut yerine koyar. Dede Korkut’un anlatıcı olarak hikâyelerde yer almasını taklit ederek kendini kurmacanın içine dâhil eder ve “Oyhanata” ismini kullanır. “Osmanlı’nın tam bilicisi, güngörmüşü”, “ozanlar ozanı” “Osmanoğlu’nun dar zamanlarındaki yol göstericisi” ve “ağzı dua bilir” (Bıldırki, 2012: 36, 66, 75) gibi vasıflarla övülen “Oyhanata”, aynen Dede Korkut gibi bölümlerin sonlarında, önemli olaylarda ortaya çıkıp akıl vermekte ve dualar etmektedir. Eserde “Oyhanata” kişisine yüklenen işleve en güzel misallerden biri, “Norfolk Alayı”nın ortadan kayboluş hikâyesinin anlatıldığı bölümün sonudur. “Norfolk Alayı”nın bir bulut içine girerek nasıl kaybolduğunu anlatan yazar, bölümü “Oyhanata”nın duasıyla bitirir:
“Oyhanata’m çıkıp geldi. Soy soyladı, boy boyladı. Tutup bu destanı düzdü. Koçlar yatağı Arıburnu’nda savaşan yiğitlerimize armağan etti. Adları, sanları unutulmasın, kızılca kıyamet kopana kadar anılsın diye.
Dua edelim Han’ım!
Böyle yiğitlerin ocağı kurumasın. Vatan için savaşacaklarımızın sayısı çok olsun.
Âmin!” (Bıldırki, 2012: 158)
Dede Korkut Hikayeleri’nin önemli bir özelliği de öğütler içeren bir yapısının olması, “At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur.” (Ergin, 1969: 45) ve “Eski dutun biti, öksüz oğlanın dili acı olur.” (Ergin, 1969: 203) gibi atasözlerine çokça yer vermesidir. Halkın önde gelen isimlerinden olan ve törenin, kültürün öğreticisi olan Dede Korkut, anlatımının hem daha şiirsel hem de daha özlü olabilmesi için böyle bir yol tercih etmiştir. Aslında bu yöntem, sözlü geleneğe bağlı anlatı türlerinin genel bir özelliğidir. Bu yöntemle, anlatılanları yazılı olarak görme imkânına sahip olmayan dinleyicilerin, bahsedilenleri akılda tutabilmesi hedeflenmektedir. Dede Korkut Hikâyeleri’nin daha giriş kısmında bu anlatım biçiminin güzel bir örneği mevcuttur:
“Dede Korkut soylamış: Allah Allah demeyince işler düzelmez, kadir Tanrı vermeyince er zenginleşmez. Ezelden yazılmasa kulbaşına kaza gelmez, ecel vakti ermeyince kimse ölmez. Ölen adam dirilmez, çıkan can geri gelmez. Bir yiğidin kara dağ yumrusunca malı olsa yığar, toplar, talep eyler, nasibinden fazlasını yiyemez. Gürüldeyip sular taşsa deniz dolmaz. Kibirlilik eyleyeni Tanrı sevmez, gönlünü yüce tutan erde devlet olmaz. Eloğlunu beslemekle oğul olmaz, büyüyünce bırakır gider, gördüm demez. Kül tepecik olmaz, güveyi oğul olmaz. Kara eşek başına gem vursan katır olmaz, hizmetçiye elbise giydirsen hanım olmaz. Lapa lapa karlar yağsa yaza kalmaz, yapağılı yeşil çimen güze kalmaz. Eski pamuk bez olmaz, eski düşman dost olmaz. Kara koç ata kıymayınca yol alınmaz, kara çelik öz kılıcı çalmayınca hasım dönmez, er malına kıymayınca adı çıkmaz. Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul babadan görmeyince sofra çekmez. Oğul babanın yerine yetişenidir, iki gözünün biridir. Devletli oğul olsa ocağının korudur. Oğul neylesin baba ölüp mal kalmasa. Baba malından ne fayda başta devlet olmasa. Devletsiz şerrinden Allah saklasın hanım sizi!” (Ergin, 1969: 15-16)
Atasözleriyle sağlanan bu anlatım tarzını, Oyhan Hasan’ın eserinde de görmek mümkündür. “Oyhanata” ismiyle anlatıda bir kahraman olarak yer alan yazar, atasözleriyle anlatıma önem verir. Eserinin birçok yerinde; “Türkmen’in oturduğu bayırla sırt, yediği ayran ile turp, konuştuğu da vırtla zırt.”, “Isıracak köpek dişini göstermez.” “Kader, ağını kendisi örermiş.” ve “Horozu çok olan köyün, sabah tez olur.” (Bıldırki, 2012: 37, 80, 156, 162) gibi değişik atasözlerini kullanır. Böylece esere, Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki gibi bir söylem özelliği katmaya çalışmıştır.
Hikâyelerle eser arasındaki benzerlik sadece söyleyiş özellikleriyle sınırlı değildir. Eserde anlatılan olaylar, hikâyelerdeki olayların kurgusuna da benzemektedir. Mesela, “Musa Balı Beyoğlu Adsız Bey” isimli birinci bölüm, Dede Korkut Hikâyeleri’nin birincisi olan “Dirse Han Oğlu Boğaç Han” hikâyesini anımsatır. Bu bölümde Musa Balı Bey’in, aynen Dirse Bey gibi, çok uzun bir süre sonra oğlu olur. Musa Bey, 1895 yılının Haziran ayında dünyaya gelen oğlunun şanına toy düzenler, bütün beyleri ağırlar. Toy sonrası Akça geline muştu olarak verdiği sürünün “Urum oğlu nam kâfir Pavli” tarafından kaçırıldığını, çobanın ise öldürüldüğünü haber alır. Adamlarıyla silahlanıp düşmanı bozguna uğratan Musa Balı Bey, bu akın sırasında yaralanır ve ölür. Vasiyet olarak ise oğluna “Adsız” isminin verilmesini söyler. Yıllar içerisinde büyüyüp gelişen Adsız Bey, bir gün ava çıkar. Bu av sırasında, yıllardır aradığı baba katilinin kaldığı yeri öğrenir. Arkadaşı Mehmet’le birlikte Pavli’nin olduğu yere gider ve bir yolunu bularak onu öldürür. İntikamını almış olan Adsız Bey, o gün başlayan savaşa katılmak üzere Mehmet’le birlikte cepheye gider. Adsız Bey’in, babasının intikamını aldığı haberi ise obada tez yayılır ve şölen düzenlenir. Bu bölüm, Musa Balı Bey’in uzun bir süre evlat sahibi olamayışı, çocuk olduğunda obada şölen düzenlenmesi, çocuğa uzun süre isim verilmemesi, büyüyen Adsız Bey’in Boğaç Han gibi ava çıkması ve Adsız Bey’in kahramanlıklar göstermesi gibi hususlardan “Dirse Han Oğlu Boğaç Han” hikâyesine benzemektedir. Görüldüğü gibi yazar, eserinde sadece Dede Korkut ağzını kullanmakla kalmamış, hikâyelerde geçen olaylarla kurguladığı olaylar arasında bağlantılar oluşturmuştur.
4. Sonuç
Edebiyatımızın en önemli kültür miraslarından biri olan Dede Korkut Hikâyeleri, asırlar boyunca hem kültürün taşıyıcısı hem de birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Bünyesinde Türk milletinin köklü tarihini barındıran bu hikâyelerden etkilenerek buradaki anlatım tarzını modern anlatı türleri üzerinde deneyen yazarlardan biri de Oyhan Hasan Bıldırki’dir.
Dede Korkut’un bu güçlü sesini örnek alan Oyhan Hasan, bu söylem tarzıyla Türk milletinin tarihinde önemli bir yer tutan Çanakkale Zaferi’ni birleştirmiştir.
Eserin geneline bakıldığında, hem Dede Korkut ruhunu yaşatmak hem de Çanakkale Savaşı’nda can veren şehitlerin hatırasını anmak, unutulmamalarını sağlamak isteyen yazarın hedefine ulaştığı görülmektedir. Zira Oyhan Hasan; eserde kurguladığı birçok olayla Çanakkale Savaşı’nın değişik yönlerini, kahramanlarını hatırlattığı gibi; manzum ve mensur karışık anlatımıyla, isimleri kullanım tarzıyla, eserin genelinde kurduğu kısa cümleleriyle ve atasözleriyle oluşturduğu özlü ifadeleriyle Dede Korkut ağzını eserine yansıtabilmeyi başarmıştır.

 

 

Kaynaklar
Aktaş, Şerif (2000). “Dede Korkut Hikâyelerinin Edebî Değeri ve Çağdaş Yorumu Üzerine”, Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, ss. 31-34.
Aktulum, Kubilay (2011). Metinlerarasılık // Göstergelerarasılık, Ankara Kanguru Yayınları

Banarlı, Nihad Sâmi (1998). “Anadolu’da Destânî Türk Edebiyâtı ve Dede Korkut Hikâyeleri”, Resimli TürkEdebiyatı Tarihi I, MEB Yayınları, İstanbul.
Bıldırki, Oyhan Hasan (2012). Koçaklar 1915 Çanakkale, Ötüken Yayınları, İstanbul.
Boratav, Pertev Naili (1958). Dede Korkut Hikâyelerindeki Târihî Olaylar ve Kitabın Te'lif Tarihi, Kurtuluş Matbaası.
Develi, Hayati (2006). Dede Korkut Hikâyeleri, Alkım Yayınları, İstanbul.
Ergin, Muharrem (1964). Dede Korkut Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara.
_______ (1969). Dede Korkut Kitabı, MEB Yayınları, İstanbul.
Ergin, Muharrem (1997). Dede Korkut Kitabı II, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
Gökyay, Orhan Şaik (1994). “Dede Korkut”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 9, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, ss. 77-80.
_______ (1997). “Dedem Korkut Hikâyelerinde Bazı Düzeltmeler’e Düzeltmeler”, Seçme Makaleler 2 / Kim Etti Sana Bu Kârı Teklif, İletişim Yayınları, İstanbul.
Karakaş, Rezan (2012). “Devlet Ana Romanına Nakşedilen Dede Korkut Dil ve Üslup Özellikleri”, TÜBAR (Türklük Bilimi Araştırmaları), Sayı XXXI, ss. 111-127.
Korkmaz, Zeynep (2004). “Dede Korkut Hikâyelerinde Dil-üslûp Bağlantısı”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten (1998), C. I, S. 41, ss. 101-112.
Kundera, Milan (2009). Roman Sanatı, (Çev. Aysel Bora), Can Yayınları, İstanbul.
Üstünova, Kerime (2008). “Dede Korkut Kitabını Oluşturan Destanlardaki Ortak Özellikler”, Turkish Studies, Volume 3/1, Winter, ss. 138-144.



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat