Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

“BAYKUŞLAR GECELEYİN ÖTER” YAZMAK ÜZERİNE YAZILMIŞ ÜSTKURMACA BİR ROMAN

-I-
“Baykuşlar Geceleyin Öter” bir üçlemenin ilk kitabı. Metin Savaş’ın “İstanbul’da Karnaval Üçlemesi” alt başlığında yazmayı planladığı üçlemenin ilk romanı olarak kurgulanmış bu roman, aslında yazmak üzerine yazılmış. Daha doğrusu bir romanın yazılış romanı da diyebiliriz. O halde bir üstkurmaca metinle karşı karşıyayız. Romanın kurgusu içinde yer alan kahramanlardan biri olan ve bir roman yazmaya çalışan Ayhan Işık, isim benzerliğinden dolayı ölmüş olan sinema artisti Ayhan Işık ile karıştırılmamak için romanlarını takma bir isimle yazar. Ancak hangi takma ismi kullandığı da söylenmez kitapta. Böylece bizim elimizdeki “Baykuşlar Geceleyin Öter” romanının yazarı Metin Savaş ile bu romanda yer alan Ayhan Işık’ın yazdığı roman iç içe geçerken, aynı zamanda yazar Metin Savaş da, roman kahramanı olan ve kitapta bir roman yazmaya çalışan Ayhan Işık’la özdeşleşir. Zaten kendini sıradan bir yazar olarak tanımlayan Ayhan Işık, yazacağı romana ilk önce “Koridordaki Ayna” ismini vermişken, kitabın ilerleyen sayfalarında bundan vazgeçerek romanının ismini “Karanlık Bir Oyun” şeklinde değiştirir, “Baykuşlar Geceleyin Öter” romanını bitirdiğimizde ise Ayhan Işık’ın da biten romanının “Baykuşlar Geceleyin Öter” adıyla yayımlanmış olduğunu öğreniriz ki, bu da özdeşliği daha da kuvvetlendiriyor. 
Ayhan Işık’ın hem amacıdır bu romanı yazmak hem de derdi. Öyle bir roman olmalıdır ki bu tasarladığı, içinde hem kendi hikâyesini barındırmalıdır hem de kendi hikâyesinden yola çıkarak bütün bir insanlığı. O halde deneyselden evrensele ulaşmalıdır yazar kişi. Gerçek âlemde yaşadıklarını kalemiyle kurguladığı sanal âleme yansıtmalı. Bir nevi ayna vazifesi görmeli yazarın kalemi. Hakikatin koridorundan sanala ulaşılan “Koridordaki Ayna”… Bu durumda Ayhan Işık, bu romanda, yazar Metin Savaş’ın olduğu kadar, popülerliğin değil de hakiki roman sanatının peşinde olan bütün yazarların sözcülüğünü yapar gibidir bir bakıma. Ayhan Işık, romanda adeta yazar Metin Savaş’ın iç gözü gibidir. Aynadaki yansıması… Öyle ya, roman, hayatın yansıması değil midir? İşte bunun için Suna Apartmanı’nın teras katındaki koridorun aynasında geceleri görülen, kırk iki yıl önce bu terastan düşerek on yedi yaşında ölen güzeller güzeli Suna da, o öldüğünde daha yedi yaşında olan ve bu ölüme tanık olan, Suna’ya hâlâ âşık Ayhan Işık da, bu teras katın yeni sakini sosyoloji asistanı Tatar Adnan da, hepsi de ve romandaki diğer kahramanlar dahi gerçek hayattan romana yansıyan, yansıtılan insanlardır.

-II-
Ötüken Neşriyat’tan çıkan 517 sayfalık kitap, iki fasıldan oluşuyor. Her iki fasılda beşer bölüm yer alıyor. Romanın 240 sayfasını –neredeyse yarısını- kapsayan birinci fasılda roman çok ağır ilerler. Zaman ve kurgu bu fasılda iyice esnetilmiş, romanda merak duygusu uyandıran gerilim ve aksiyon ihmal edilmiş gibi. Ancak bunun yazarın bile isteye bir tercihi olduğunu birinci faslın sonundaki “Birinci Fasıla Ek” alt başlığındaki açıklamadan anlıyoruz. Aslında Ayhan Işık’ın yazdığı “Karanlık Bir Oyun” romanıyla, bizim okuduğumuz “Baykuşlar Geceleyin Öter” romanının adeta birbirinin zahiri ve batını olarak - aynadaki yansıması deyin ister- çok zekice kurgulandığını ve iç içe geçirilerek atbaşı ilerlediğini hayretle fark ederiz.
Birinci fasıl, bir üniversitede sosyoloji asistanı olarak işe başlayacak olan 24 yaşındaki Balıkesirli Tatar Adnan’ın İstanbul’un bir semtinde, Şebboy Sokak’ta bir ev tutması ile başlar. Beş katlı Suna Apartmanı’nın teras katını kiralayan Tatar Adnan, bu romanın ve hatta romanın içindeki yazar Ayhan Işık’ın yazdığı romanın merkez karakteridir. Birinci fasıl, Tatar Adnan’ın birinci tekil anlatımı ile ilerliyor zaten. İkinci fasılda anlatım, üçüncü tekil kişi üzerinden olsa da yine yansıtıcı göz olarak Tatar Adnan kullanılır. Okur olarak bizler, ister istemez her şeyi Tatar Adnan’ın gözüyle görürüz. Onun Şebboy Sokak’ta tanıştığı ve iki ay sonra sözlendiği Füsun’un güzelliğini, Füsun’un peşini bırakmayan, onu sözle taciz eden tek gözlü adamın kötülüğünü, sokaktaki diğer apartmanlardan birinin giriş katında oturan yazar Ayhan Işık’ın yazdığı romanın içeriğini, geceleri Tatar Adnan’ın oturduğu teras katın koridorundaki aynada görünen Suna’nın hayaletinin okura anlatmaya çalıştığını, hepsini Tatar Adnan’ın okura yansıttığı kadarıyla öğrenir; muhayyilemiz, onun muhayyilesiyle sınırlanır. 
Birinci fasıl bittiğinde -roman yarılandığında bir başka ifadeyle- elimizde fazla bir şey yoktur. Suna’nın beşinci kattaki teras kattan düşmesi intihar mıdır, cinayet mi, belli değildir; Füsun ile Tatar Adnan birbirine âşık olmuş ve sözlenmiştir; Ayhan Işık deneysel bir roman yazmayı kafasına koymuş, bunun için tek gözlü adama öldürmeyi, böylece kendine hem bir yazar hem de katil olarak, hem içerden hem dışarıdan bakmayı planlamaktadır.
İkinci fasılda, Tatar Adnan’ın “Birinci Fasıla Ek” bölümünde yaptığı eleştiride söylediği üzere romanda eksik olan gerilim ve aksiyon özelliklerinin romana dâhil edildiğini, birinci fasılda iyice esnetilen zaman ve kurgunun yazar tarafından bir çabuk toparladığını görürüz. Bir cinayet işlenir, bu cinayetin ardındaki gerçekler aydınlatılır, Suna’nın ölümünün ardındaki sır perdesi aralanır, bu esnada, romana yeni gerilimler ilave edilir. Böylece romanın ilk faslındaki monotonluk kırılarak, saf veya düşünceli olsun, okuyucunun hiçbir zaman hayır diyemeyeceği aksiyon ve gerilim fazlasıyla romana dâhil olur.

-III-
Romanın en başında absürd’ün ayak seslerini hissetsek de, asıl sayfalar ilerledikçe ironinin ve absürdün de derecesinin arttığını görürüz. Böylece romanın içine aynadan görülen Suna’nın hayaletinden, Üsküdar’daki Dehşet Palas AVM’ye dadanan cine kadar pek çok şeyi yerleştirebilmiş yazar. Bütün bu absürdü romana hâkim kılarken, bu vesile ile okura, hiçbir şekilde öğretmenliğe soyunmadan, toplumdaki dejenereliği göstermeye çalışmış. AVM’lerin tüketim çılgınlığını tetikleyişinden tutun da, nihilizmin, egonun tuzaklarına yakalanan, “insan” olmak ile “beşer” olmanın arasında sıkışıp kalan varlığın yeryüzü macerasına bizi tanıklık etmeye davet eder bizi. Öyle ki, bu çıkmazı fark eden bir takım insanların da kendilerinin “seçilmiş” olduğunu zannederek, “üstüninsan” olmaya soyunuşundaki absürdü de göstererek, günümüzdeki özellikle sivil toplum örgütlerinin karşılığı gibi çalışan cemaatleri de eleştiriyor gibidir yazar. Uluslararası güç odaklarının döndürdüğü sistemin çarkları arasında iradesini kaybeden, egosunun tutsağı olan insanın acıklı halini gösterir. Ama sadece gösterir. Çünkü “roman metni, topluma ve bireye tutulan bir aynadır… Aynaya bakın ve aynanın parlak yüzeyinde kendinizi görün!” (s. 516)
Roman boyunca yazar, Nietzsche’den Dostoyevski’ye, Bergson’a, Kafka’ya, Goethe’ye ve hatta Kur’an-ı Kerim’e kadar pek çok göndermeler de yaparak, romanın aslında bir oyun olduğunu, “Baykuşlar Geceleyin Öter” romanın da oyunun içinde bir oyun olduğunu özellikle okura hatırlatarak, gerçeklik ile yanılsama arasındaki bocalayışı, bu ikisi arasındaki çizginin ne kadar da hassas olduğunu hissettirmeye çalışır.
Her ne kadar absürd bir roman olsa da “Baykuşlar Geceleyin Öter” romanı, Metin Savaş -ve elbette romanın içindeki kurgu yazar Ayhan Işık- bilgiçlik taslamadan ve gerçeklik duygusunu bulandırsa bile kaybettirmeden, egonun tuzakları karşısında insanı uyarmayı da ihmal etmiyor. Üstelik Metin Savaş’ın güçlü kalemi, diyaloglara yaslanan pek çok romanda gördüğümüz o televizyon ağzına hiç yüz vermeden, son derece doğal konuşmaları romanına yerleştirerek bize kurgu ustalığının yanında bir söyleyiş şöleni de sunuyor. 
Roman bitmiyor aslında. “İstanbul’da Karnaval Üçlemesi”nin ilk kitabı olarak bitmiş olsa da, üçlemenin ne şekilde süreceğinin ipuçlarını vermesi açısından, tıpkı hayatın akışkanlığına bezer bir anlatıyla, devam ediyor roman. Bekleyip göreceğiz…



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat