Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor

BAYKUŞLAR GECELEYİN ÖTER ve Postmodern Türk romancılığında Metin Savaş

Geç tanımış olmaktan dolayı üzüntü duyduğum iki yazarımız var: Birisi Kayserili Emir Kalkan, diğeri de Balıkesir'den Metin Savaş. Şaşırmayın, suçumu biliyorum. İkisi de çok iyi yazarlar. Emir Kalkan klasik anlamda iyi. Metin Savaş ise sıra dışı bir yazar. Tam anlamıyla postmodern bir romancı. Hani şimdilerde modadır ya, hiç bir kategoriye koyamadığınız eserleri “postmodern” olarak etiketlersiniz, öyle değil, gerçekten eserleri postmodern romanın bütün özelliklerini içeriyor. Ancak “Türkiye’de postmodern roman” yazıp arama motorlarında aratırsanız, Metin Savaş adına rastlamazsınız. Bu benim gerçekten ilgimi çekti ve bu konu hakkında yazmaya karar verdim. Metin Savaş’ın görünmez kılınması popüler medyada şâşaalı reklamlarının olmamasından, eski tüfek Marksist ya da yeni liberal demokratlardan, muhafazakâr demokratlardan olmamasından, Türk’ü, Türkiye’yi her fırsatta aşağılamamasından olabileceği gibi sâdece ve sâdece milliyetçi kesimin okuma alışkanlığının az, tanıtım ve tenkit kültürümüzün ise gelişmemiş olmasından da kaynaklanabilir. Yazar ne kadar verimli olursa olsun okuyucu tembel olduğunda tanıtım eksik kalıyor. Nedense herkes Metin Savaş'ın lise mezunu bile olmamasına takılıyor. Sanırsınız lise tahsili insanımızı allâme-i cihan yapıyor. Geçende bir röportaj izlemiştim, sunucu sokakta rastgele kişilere aynı soruyu yöneltiyordu: "Mars mı uzak, Hindistan mı?" Cevapların çoğu Hindistan idi ve cevaplayanların yarıdan fazlası lise ve üstünde eğitim almıştı. Yâni ezberci eğitim sistemimiz insanımıza düşünme, muhakeme etme yeteneği vermiyor. Metin Savaş'ın bu kadar özgün, değerli eserleri yazabilmesi, dili böylesine güzel kullanabilmesi aldığı resmî eğitim sâyesinde değil; kendini yetiştirmesi, çok okuması sâyesinde olmuştur. Klasik eğitim alıp üniversiteyi bitirse belki aynı Metin Savaş olmayacaktı. Belki de çoğunlukla gördüğümüz hatasız bir paragraf yazamayan, arka arkaya öznesi ile yüklemi birbirine uygun beş cümle kuramayan, noktalama işaretlerinin kullanılışını bile on altı yılda öğretemediğimiz üniversite mezunlarımızdan olacaktı. Tanrı, anadilini dahi öğretemeyen eğitim sistemimizden onu iyi ki korumuş.

Metin Savaş, 1965 yılında Balıkesir'de doğmuş, beş yaşında iken ailesiyle İstanbul'a yerleşmiş. Vefa Lisesi’ndeyken ailesinin karşılaştığı güçlükler sebebiyle eğitimini yarıda bırakıp ailesiyle birlikte doğduğu yer olan Balıkesir'e geri dönmüş. Emekli oluncaya kadar da bir büfe işletmiş. Bir yandan esnaflık, bir yandan da yoğun bir kitap okuma aşkı içindeki Savaş, küçük hikâyeler yazmaya başlamış ve ilk olarak 1995'te “Ninemin Türküleri” adlı kısa öyküsü ile Ömer Seyfettin Hikâye yarışmasında mansiyon almış. 1998'de Orkun Dergisi'nin düzenlediği makale yarışmasında ikinci olmuş, 1999'da İstanbul Tuzla Belediyesi'nin açmış olduğu roman yarışmasında da “Efendi Dayı'nın Kozalakları” adlı romanıyla birinciliği Ahmet Kekeç'le paylaşmış. 2000 yılında basılan bu romanı, 2003'te basılan “Polika'nın Yeşil Çeşmesi” adlı romanı izlemiş. Bu eser 2011'de “Yeşil Çeşme” adıyla Ötüken Neşriyat tarafından tekrar yayınlanmış. 2005'te “Zemheri Kuyusu”, 2008'de “Melengicin Gölgesinde”, 2010'da “Kargalar Derneği adlı” romanları yayınlanmış.

2014’te “Kuvayı Milliye’nin Hazinesi”, 2015’te de “Baykuşlar Geceleyin Öter” (İstanbul’da Karnaval Üçlemesi’nin Birinci Kitabı) Ötüken Neşriyat’tan yayınlanmış.

Bu yazıda ağırlıklı olarak Baykuşlar Geceleyin Öter adlı romandan bahsedeceğiz. Bu eser, romancımızın “anlamayız belki” diye müteaddit defalar araya girip hatırlattığı cihetle bir “postmodern anlatı”. Yazarda büyük bir özgüvenin varlığı aşikâr. “Postmodern roman böyle olur” diyor sanki, işinize gelirse…

Posmodernite ve postmodernizm kavramları tanım olarak aynı şeyi ifâde etmiyor. Postmodernite en yaygın olarak postmodern olma durumu veya koşulu, yâni bir varoluş hâlini tanımlarken, postmodernizm, estetik, edebî, siyasî ve sosyal bir felsefeyi ifâde etmekte. Postmodernizm, “kültürel ve entelektüel bir fenomendir”. Postmodernite ise bu felsefenin toplumdaki sosyal ve siyasal yansımalarına odaklanır. Mimarî ve plastik sanatlar söz konusu edildiğinde postmodernite, modernitenin ardılı veya ona tepki olarak ortaya çıkan şeklinde tanımlanır. Felsefe ve eleştirel teoride postmodernite, moderniteden sonra var olan toplumun durumunu ifâde etmek için kullanılır. Yâni modernizme tepki olarak ya da postmodern duruma bir cevap olarak ortaya çıkan felsefî görüşler ile ilgilenen “postmodernizm”dir. Kimi düşünürler postmodernitenin başlangıcını on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirirken genellikle kabul edilen, postmodernizmin 1960’ların sonunda öncelikle Fransa’da yaygınlaşmaya başlayan, daha sonra da ABD’de ağırlık kazanan bir akım olduğudur. 1970’den sonra postmodernizm mimarî ve edebiyatta iki merkezli olarak gelişmeye başlar. Birinci Dünya Savaşı sonrasında sarsıntıya uğrayan Batı dünyasının değer yargıları İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda büsbütün dağılmış ve postmodernizm, modernizm karşısında ciddî bir seçenek olarak görülmeye başlamıştır. Bu durumda, başlangıçta Marksist bir hareket olan Frankfurt Okulu’nun zamanla bu anlayıştan uzaklaşarak postmodernist çalışmalar yapmasının da rolü olmuştur.

Postmodern düşüncenin çıkış noktaları olan isimler; Søren Aabye Kierkegaard, Martin Heidegger, Friedrich Nietzsche, Jacques Lacan, Edmund Husserl, Ludwig Josef Johann Wittgenstein’dir. Marcel Proust, Franz Kafka, James Joyce, Robert Musil postmodern romancıların ilk örnekleri sayılır. Hatta çok daha geriye giderek Cervantes’in meşhur Don Kişot’unun modern romanın olduğu kadar postmodern romanın da öncülerinden olduğunu düşünenler vardır.

Jacques Derrida, Paul Auster, Salman Rüşdi, Vladimir Georgievich Sorokin ve geçenlerde kaybettiğimiz Umberto Eco gibi postmodern yazarlar bizde de tanınır. Türkiye’de Oğuz Atay (Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyun, Korkuyu Beklerken), Orhan Pamuk (Yeni Hayat, Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı), Latife Tekin (Sevgili Arsız Ölüm), Sema Kaygusuz, İhsan Oktay Anar, Süreyya Evren, Murat Uyurkulak, Mehmet Acar postmodern romancı olarak bilinirler. Bu yazıyı kaleme almamızın sebebi bu listede Metin Savaş’ın eksikliğidir. Metin Savaş’ın romanları da kesinlikle postmodern roman kategorisine girmektedir. Üstelik iddia edebilirim ki, onun romanları satın alan tarafından okunan romanlardır. Orhan Pamuk gibi çok reklamı yapıldığı için “en çok satan, en az okunan” romanlar grubuna dâhil değildir. Umarım kısa zamanda çok kişi tarafından tanınır, okuyucuları ile buluşur. Postmodernizmin ne olduğu hakkında tam bir mutabakat yoksa da bütün bu belirsizlik ve tartışmalara rağmen bir postmodern roman vardır ve Metin Savaş da bunun önemli bir temsilcisidir.

Baykuşlar Geceleyin Öter, İstanbul’da Karnaval Üçlemesi’nin birinci kitabı. İkinci kitabın adının da “Dehşet Palas AVM” olacağını romanın sonlarında öğreniyoruz, üçüncü kitabın adı henüz belirsiz. Üçleme fikrini yazar esprili şekilde şöyle açıklıyor: “Necip Mahfuz’un Kahire Üçlemesi var, Paul Auster’in Newyork Üçlemesi var, peki ya bizim başımız kel mi? Annemarie Schimmel’den alıntı ile: Üç sayısı kapsayıcı sentezdir, mükemmelliğin ve bütünlüğün sayısıdır üç.” 

Baykuşlar Geceleyin Öter’de romanın kahramanı sayabileceğimiz Tatar Adnan, çiçeği burnunda bir sosyoloji asistanıdır ve Şebboy Sokağı’ndaki Suna Apartmanı’nın teras katını kiralamıştır. Yine Şebboy Sokağı’nda yaşayan üçüncü sınıf, tanınmamış yazar Ayhan Işık, deneysel bir roman yazmak istemektedir. Romanın kahramanı Tatar Adnan, deneyi de bir cinayet olacaktır. Tatar Adnan’ın yaptıklarını yazarak bir roman oluşturacaktır. Öyle ki Ayhan Işık yazdığı romanı yeteri kadar hareketli olmuyor diye Tatar Adnan’ı suçlayınca, Tatar Adnan öğrencilere Ungeziefer Oto Kiralama’nın camlarını indirtir. Baykuşlar Geceleyin Öter adlı postmodern romanda bir “üstkurmaca” vardır. Yâni elimizde tuttuğumuz roman dışında romanın içinde de bir roman yazım sürecini izler okuyucular. Ayhan Işık’ın yazdığı roman başlangıçta “Koridordaki Ayna” olarak isimlendirilmişse de nihayetinde onun adı da Baykuşlar Geceleyin Öter olarak değiştirilmiştir.

Baykuşlar Geceleyin Öter’de, aynadaki hayâlet, Dehşet Palas AVM’nin ecinnisi Tahtakoz, define avcılığı gibi fantastik ögeler de yer alır. Kahramanın sosyolog olması sebebiyle roman bir sosyoloji, felsefe ziyafeti gibidir. Postmodern romanın temel unsurlarından metinler arasılık ve pastiş, parodi, çağrışım göndermesi gibi unsurlar Metin Savaş’ın romanında da dikkat çekmektedir.

Konu, oyun içinde oyun gibi roman(lar) ilerledikçe karmaşıklaşır, çetrefilli bir hâl alır. İlerleyiş içinde pek çok sosyolog, düşünürlerden alıntılar karşımıza çıkar. Sartre, Kierkegaard, Tolstoy, Dostoyevski, Mihail Bahtin, Franz Kafka, Goethe, Nietszche, Alexis Carrel, Bergson, Thomas Moore’dan alıntılar olduğu kadar Nilüfer Göle, Cemil Meriç, İsmail Habib Sevük, Nurdan Gürbilek’e de atıflar yapılır. Romanı hakkında Ayhan Işık adlı yazar/kahramanımız şunları söyler: “Efendim, Karanlık Bir Oyun adlı yeni romanımda ne ararsanız var. Cinayet, entrika, gizem, esrar, efendime söyleyeyim, kayıp bir define, birtakım roman karakterlerinin sırlarla dolu mâzileri, iblisin sesine kulak vererek dehşet yüklü günahlar işlemiş birtakım günahkârlar, bir takım mel’un iğfaller, kirletilmiş kasabalı kızlar, tüketim toplumunun zıvanadan çıkarak cafcaflı alışveriş merkezlerine zevk-perestlikle hücum eden çılgın tüketiciler, yarım kalmış hayatlar, birbirlerinden farklı tecrübelerle büyüyüp serpilmiş mukaddes aşklar, koridorlardaki tılsımlı aynalar, siyah ve beyaz renksiz hayaletler, gulyabaniler, ecinniler, gudubetler, ucubeler ve daha niceleri… Yeni romanım tahammülü fevkalâde ağır olan samimi ıstırapların anlatısıdır.”

Roman bir kurgudur, her kurgu bir yalandır. Fakat her yalanın arka planında şaşmaz gerçekler vardır. Yazara göre romanı “Bizim insanımızın hikâyesidir. Bu yönüyle mevzii bir hikâyedir. Gelgelelim, evrensel roman böyle yazılır. Üstadım Dostoyevski kendi eserinde daima Rusya Ana’yı anlatmıştır. Rusya Ana’nın hikâyesi evrenseldir.” Yazarımız, “İstanbul’da Karnaval Üçlemesi serisi ile Türkiye’mizi anlatırken, yerelden evrensele uzanmanın tecrübesini idrak edeceğim” der. Suç ve Ceza’yı romancı milletinin kutsal kitabı sayan yazar, Dostoyevski’nin, bir Ortodoks Hristiyan olmasına rağmen, kitabını anlayarak yahut anlamaya çalışarak okursak, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerîm’in mesajını daha iyi idrak edebileceğimizi iddia eder. “Dostoyevski’nin eserinin her satırında ıstırap vardır, onun için büyük romancıdır. Orhan Pamuk Nobel almış olmasına rağmen eserlerinde ıstırap yoktur, büyük romancı değildir” der.

Romanın sonuna fazla değinmeyeceğim, zaten ucu açık bir sondur, parantez henüz kapanmamıştır. Belki üçlemenin diğer romanları da yayınlandığı zaman parantezi kapatabiliriz. Ya da yeni parantezler açılır...

“Postmodern romanda amaç dildir, metnin kendisidir, antididaktiktir ve fayda amacını gütmez” denir. Metin Savaş’ın romanında da postmodern ögeler oldukça fazla olmasına rağmen yer yer üstü örtülü eleştiri, yer yer aşikâr didaktizm vardır. Romanda tasvir ya da betimleme dediğimiz şey oldukça geri plandadır. Meselâ romanın esas kişisi konumunda olan Tatar Adnan’ın sevgilisi roman boyunca sık sık karşımıza çıksa da, “değirmi yüzlü, güzel kız” olmaktan öte tasviri pek yoktur. Yazar romanın sonunu olduğu gibi bazı betimlemeleri de okuyucunun muhayyilesine havale eder.

Postmodern romanda her şey önemsiz sayılabilirken dil en önemli unsurdur. Dilin zenginliğini sergilemek bazen romanın esas amacı gibidir. Metin Savaş’ta da bu dil zenginliğini somut bir şekilde görürüz. Yetmiş yaşından küçüklerin kullanmadığı eski kelimeleri de, yeni, güncel hatta argo kelimeleri de aynı rahatlıkta kitabına almıştır. Öyle ki “nitelikli okur”un bile sözlüğe bakmadan anlamını bilemeyeceği kelimeler de kullanılmış, sâdece sosyologların kullandığını düşündüğüm(!) “mündemiç” kelimesini defalarca Papatya adlı küçük kahramanına sordurmuştur. Iztırar, filvaki, epsem gibi konuşma dilinde pek de kullanmadığımız kelimeler de, kırtipiyoz, tosbağa ve sevmediğim argo kelimeler, küfürler de kullanılmıştır romanda. “Kağtil” gibi katil kelimesinin Metin Savaşçası da romanda karşımıza çıkmaktadır. Modern romandaki ağırbaşlı, düzgün üslûplu yazar yerine hem kendisini, hem okuyucuyu eğlendirmeye çalışan, daha çok da kendisini eğlendiren bir yazar tipi görürüz eserde. Metin Savaş’ta nükte ile ironi, alay ile hiciv iç içedir. Romanında âdeta bizi roman okuru olarak eğitmekte ve bizi kendi tanımladığı “nitelikli roman okuru” yapmaya çalışmaktadır. Kendi tanımıyla, roman okuma tecrübesi edinmiş okurlara nitelikli okur denir. Nitelikli olmayan okurlar roman okuyarak nitelikli olmaya bir adım atmalıdırlar.

Metin Savaş’ın romanları milliyetçi bir yazarın bu türde yazılmış ilk örnekleri olarak nitelenebilir. Postmodern romanın bütün unsurlarını alabildiğine barındıran romanlar yerelden evrensele gitme iddiası taşısa da, “evrensel olacağım” diye kendi kültürünü, insanını aşağılamıyor, hor görmüyor yazar. Romanında bölücü-ayrıştırıcı unsurlara yer vermiyor.

Aslında romanını hiç araya girmeden Metin Savaş’a anlattırmak en güzeli olacak galiba: “Roman metni, topluma ve bireye tutulan aynadır. Her roman bir kurgudur, gerçekçi romanlar bile gerçek değildir. Şunu da belirtmeliyim ki, ders vermek, nutuk çekmek, âllâmelik taslamak, bilgiçlik etmek, ukalâlığa soyunmak ve ahlâk bekçisi kesilmek filan değildir roman yazarının görevi. Kaldı ki romancı milleti pek mi dürüsttür?

Romancı dediğimiz çatlak kafalı, tabansız yazarların görevi yalnızca ve yalnızca durum tespitinde bulunmaktır. İnsanlığın şimdiki vaziyeti şöyledir, böyledir filan diye tahlil ve gözlem yaparak kaleme alır romancı milleti metinlerini. Mevcut hakikati ve insanlık tutumlarını romanlarında tasvir eder. Tasvir ederken de olabildiğince yahut mâkul seviyede kendinden geçerek insanlık durumlarını abartır ve karikatürize eder. Roman karakterleri kurmaca kişilerdir. Her birinin menfezi arketipsel kodlardır. Bir romancının görevi bütünüyle içerisinde yaşadığı topluma ayna tutmaktan ibarettir. Ve bu görev Tanrı vergisi bir görevdir. Romancı vehmeder. Tanrı’dan görev aldığı kuruntusuna içtenlikle kapılır. Tanrıtanımaz romancılarda bile bu böyledir. Tanrıtanımaz romancıların kaleme aldıkları metinlerin arka planını kurcalayacak olursak orada Kalûbelâ Sözleşmesi’nin kırıntılarını yakalarız. Allah Taalâ şöyle sitem ediyor Kutsal Kitap’tan kullarına: Ne kadar az düşünüyorsunuz! Ve yine şöyle sesleniyor: Hiç düşünmez misiniz?”

Yazar, metinler içerisinde farklı kişilerin ağzından okuyucuya hitap ediyor. Hatta Kuvayı Milliye’nin Hazinesi romanında doğrudan doğruya Metin Savaş olarak da görünüyor: Hem çatlak büfeci Metin Savaş olarak, hem de yazar Metin Savaş olarak… Adı geçen romanda oyun içinde oyunlar, ilişkiler, o kadar karmaşıklaşıyor ki, Metin Savaş, o zamana kadar okuduklarımızı özetlemek lüzumunu hissediyor. Baykuşlar Geceleyin Öter’de; yazar Ayhan Işık olarak, Kötü Bakkal olarak, Komünist Rıza Bey olarak Metin Savaş’ın anlatılarını okuyoruz. Komünist Rıza Bey’in anlattığı insan, beşer ayrımı ve “Eskilerin cemiyet dediği toplumun varlığının devam etmesini ve refahını mümkün kılan, üyelerinin ahlâkî kapasitesidir. Daha doğru ifâdeyle, ahlâk, bir yanda mütemâdiyen tekâmül edebilen bilgili temsilciler, öte yanda ise tahavvül edip değişebilen cihanşümul bir kültür arasında müzakere edilen bir pratiktir” şeklindeki sözleri, romanın sâdece oyun içinde oyun ve dil atraksiyonlarından ibaret olmadığını gösteren bir örnek. Komünist Rıza Bey ve anlatıları bana nedense Alev Alatlı’nın Schrödinger'in Kedisi serinin Kâbus’unu hatırlattı. Sanırım ikinci kitapta önemli kahramanlardan biri bu komünist Rıza olacak, kurmaya çalıştıkları ütopik dünyayı daha yakından izleyeceğiz.

Metin Savaş şu an Balıkesir Türk Ocağı yönetim kurulu üyesidir, yazmaya devam etmektedir. Marifet iltifata tâbidir sözü gereğince “nitelikli okur” iseniz, ya da nitelikli okumaya başlamak istiyorsanız Metin Savaş’ın Baykuşlar Geceleyin Öter romanını ve tabiî diğer romanlarını da okuyunuz.



Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat