Sepetim 0
Sepetinizde ürün bulunmuyor
9789754379693
1751
Ruh
Ruh
130.00

Dünya sofrasında ölüm kasesi elde ele dolaşır. Ölüm kasesinin dolaştığını bilse de sofra başındaki herkes, diğer nimetleri tatma yarışındadır. Kadehi yudumlamış, kabrinde cennet kandilleri yanan, kan damlayacak yanak kadar taze bir bedeni sürükleyenler kadim mezarların kavislerinden geçtikçe daha çok nefes nefese kalıyorlardı. Kuşlar çayır türkülerini söylemeyi bırakmış, rüzgar soluğunu tutmuş, cümle can bu üçünün civarında durmuştu. Hayat ve memat hiç bu denli yakın dahası bu denli hararetli olamamış, hararetlerini hareketleriyle karamamıştı. Mezarından çıkarılan vücut hala sıcak, onu çıkaranlarsa tanımsız halde cesur... En öz öğüt olan ölüm etrafındaki bu üç kişi gidiyorlardı. Bu gidişle bereketli hesaplaşmalar ve ödeşmeler artık başlıyor demekti. Kudret Ayşe Yılmaz'ın yeni romanında; tezatların özündeki vahdete, duyguların en asili aşkın gizemine, hayatın içindeki tek gerçek ölüme uzanan yulculuktaki asıl amaç okuyucunun ruhunda umut dalgalarına fırsat vermek. Ruhtaki yaralar nasıl kapanır, ruh neden kaybettiğini kazandığından daha ziyade arzular, ruh ne vakit dinginliğe erişir, niçin en az önemsenendir? Nice canlı soru ve yanıt, edebi ruhtan kopan bu hikayede Türkçenin kudretiyle bir araya geldi; herkes ruh elden gitmeden önce ruhunun peşine düşsün diye...

0 Kudret Ayşe Yılmaz’ın ikinci romanı Ruh. İlk romanı gibi yine Ötüken’den yayımlanmış. Daha romanın ilk sayfalarından itibaren güçlü bir kalemle karşı karşıya bulunduğunuzu hissediyorsunuz. Betimlemeler, iç monologlar, öyle her yerde karşımıza çıkan ve içi boşaltılmış ifadelerden uzak, tasavvufun özüne inen, ruhu olan cümleler Ruh romanını derin ve zengin bir hale getirmiş. Roman, Erkut’un, diğer adıyla Yelbeğen’in gözünden anlatılmış okura. Hatta gösterilmiş demek daha doğru. Yer yer hâkim yazar karşımıza çıksa da, Ruh romanı, modern romanın göstergesi olan, yazarın ortadan çekildiği, bir karakterin yansıtıcı merkez olarak seçildiği romanlardan. Buradaki yansıtıcı merkez de Erkut. Okur sadece onun gördüğü kadarını görür, onun işittiği kadarını duyar, hissettiği kadarını bilir, onun izin verdiği ölçüde romanın içine dâhil olur. Erkut’un zihnindeki geçmişe dönüşler, hatırlayışlar, okura, onun şimdiki zamandaki öfkeleri, çaresizlikleri, bocalayışları hakkında ipuçları da verir. Çocukluğunda evlatlık verilişi, evlatlık verildiği ailenin onu dışlayışı, dünyada yapayalnız kalışı, yüzünün bakılamayacak kadar çirkin oluşu – bu yüzden lakabı mitolojide adı geçen canavar Yelbeğen’dir zaten- bu çirkinliğinin ve terk edilmişliğinin acısını herkesten çıkarmaya çalışması, onun hatırlayışları sırasında, geçmişine dair okurun öğrendikleridir. Bu hatırlayışların kronolojik olmayışı elbette çok önemli. Bir bakmışsınız Erkut, büyük aşkı Ukte ile lise yıllarında tanışıyorlar, daha sonra terk edilmiş çocuk Erkut’un annesinin yerine koyduğu çiçekçi kadına para verişi, ardından Ukte ile evlenişi, ardından daha yedi yaşında evlatlık veriliş macerası parça parça; aralara ise romanın üç güne sığdırılan şimdiki zamanda eşini kaybeden Erkut yerleştirilerek- zaten romanın şimdiki zamanı Ukte’nin ölümü ile başlar- monotonluğun tuzağına düşülmesi engellenmiş. Mistik bir roman bu. Dolayısı ile de tezli. Romanın “Tüm” isminin verildiği ilk bölümünde bu tezin temelini oluşturabilecek olaylar zinciri ile karşılaşır Erkut ve her şeyi Erkut’un gözüyle görüp, kulağı ile işiten okur. Ukte’si ölmüş, liseden beri en yakın arkadaşı Nedim’le arası bozulmuş ve tüm bunlardan kendini sorumlu tutan Erkut, nehir kenarında yürürken göz yaşları içinde öyle içten bir dua eder ki “yaşamam için bir işaret gönder Yarabbi! Bir işaret gönder, yalvarırım!” diyerek; o adamın gelişi, ona gece yarısı Ukte’nin de yattığı mezarlığı soruşu, giderken elindeki dosyayı düşürmesi, Erkut’a göre tesadüf olamazdı. O dosyanın içinde üç ayrı kalemden çıktığı anlaşılan, üç ayrı kişiye ait yazı –okura “kitabe” olarak söz edilen- romanın mistik tarafını daha bir belirgin hale getirir. Bu kitabeler, birinci tekil kişi anlatımıyla, üç farklı kişi tarafından yazılmıştır: Aynalı Mezarcı, Tekgöz Usta ve Selim tarafından. Kitabeler vasıtası ile Erkut’un görüş alanımızdan çıkmasını engellemek için yazar, onları bizzat Erkut’a okutuyor. Böylece Erkut hala yansıtıcı merkez kalmaya devam ediyor. Kitabeler çok önemlidir roman için. Bunlar sayesinde yazar, Erkut’u ve bizi ikinci bölümdeki asıl tezinin savunulacağı mistik aleme hazırlar. Kitabeleri yazan üç kişi de mezar kazıcılarıdır. O halde üç kitabede anlatılan ortak mekân da mezarlıktır. Mezarlık, insanın ölümle buluştuğu yer, yani birleştiricidir, dünya hallerinde farklılık gösteren kulları. Mezarların üç farklı şekilde kazılışı ise dünya zamanındaki meşgalemizi, ölüme hazırlığımızı temsil eder ki, merhalelerin göstergesidir. Bu merhalelerin farkına Erkut, mezarlıktaki kulübede üç gün kalıp da piştikten sonra varır. Ruh, ölümle bedenimizden ayrıldıktan sonra, Tanrı ile birleşecek olandır. Ölüm elzemdir, ama bu dünyada, sanat vasıtası ile bir şeyler bırakabilirsin. Zira insan, oluşturduğu sanat eserine ruhundan üfler, böylece ruhundan bir parça da yaşamaya devam eder. Ama bunun için önce nefsini öldürmek gerek. Ancak nefsini öldürmüş olanlar oluşturdukları esere ruhlarından üflemeyi başarabilirler. Gerçek sanat da budur. İşte romanın tezi… Eğer nefsi arzulardan kurtarırsan sanatı, mezarı sığ kazılanlardan olursun, yani alim vasfına erişenlerden. Bu yüzden kitabelerde özellikle üç mezarcı da ilk günahları üzerinde dururlar. İlk günahlarını bilip de bedelini ödeyenler, nefslerinden de kurtulup özgürleşeceklerdir. Erkut ilk günahını keşfettiğinde en başa dönecektir ve asıl kitabeyi yazacaktır. O halde romanın ta kendisi de Erkut’un yazığı kitabedir aslında. Romanın birinci bölümü “Tüm”, Erkut’un geçmişinin ortaya serildiği, kitabelerin okunduğu bölüm, kafaların hayli karıştığı, bir hazırlık safhası gibidir. İkinci bölüm “Sek” ise bir saflaşmanın, katışıksız hale gelişin, tüm’ü terk edip de tek olana dönüşün sanatla ilişkilendirildiği bölümdür. Erkut, hamlıktan sıyrılıp sek hale gelirken yazarın mistik görüşlerinin temsilciliğini romanın içinde Tekgöz Usta yapar. Tekgöz Usta, Erkut’u hamlıktan çekip alan, sek hale getirendir. Çok acılar çekmiş, ama bu acıların boşuna olmadığının şuuruna çoktan varmış, Erkut’a yol gösterici. Tekgöz Usta hattattır aynı zamanda. Adeta Erkut’un kaderini hatla güzelleştiren. Onun çırağı Selim, cilt ustasıdır. Alın yazılarını, kaderlerini fark edip de yazıya dökenlerin kitabelerini ciltleyen. Erkut’un eşi Ukte ressamdır. Erkut, fotoğrafçılık yapsa da gerçek hayatında, aslında üniversitede oymacılık üzerine eğitim almıştır. Nitekim kalp gözü açıldıktan sonra da bu sanat üzerine olgunlaşacaktır. Evet, sanat olgunlaştıracaktır Erkut’u ve asıl ben’ine kavuşturacaktır aynı zamanda. Yaşananlar boşuna değildir. Romanın bir yerinde Ukte’nin ölmeden evvel söylediği şu söz çok şey anlatır: “Sanat kavuşturucudur”(s.105) O halde sanat vasıtası ile ruh, bu dünyada da ölümsüzlüğe kavuşabilir. Ölmüş olanla dünyada hala ömür süreni sanat birleştirir. Zaman mefhumu ortadan kalkar sanat sayesinde. Yazarın romana yerleştirdiği ideal mekan Satıhan’da şimdi ve geçmişte yaşamış olan, bazılarının kitabeler aracılığı ile hayatından haberdar olduğumuz bu alimlerin (onları gerçek sanat bilgeleştirmiştir) ruhlarını sanat birleştirmiştir. Çünkü sanat kavuşturucudur. Sözün özü; her şeyin yozlaştırılmaya, sanatın bile magazinleştirilmeye çalışıldığı dünya hayatına kapılıp da ruhunu yitirmişlerin yanı sıra, bizi tek olana kavuşturacak olan gerçek sanat var olduğu sürece, ruhuna sahip çıkacak olanlar da var olmaya devam edecektir. Kudret Ayşe Yılmaz’ın “Ruh” romanı, okunması gereken bir roman. Yazarının kendini reklam edişinden dolayı çok satan bazı mistik romanlarda sıkça düşülen o kalıplaşmış, içi boşaltılmış, ısmarlama ifadelere hiç yüz vermeden, gerçekten de ruhu olan cümlelerle inşa edilmiş bu roman, çok daha fazla okurla buluşmayı hak ediyor. Funda Özsoy Erdoğan / Sanatalemi.net
0 “RUH” OKUMALARI Üslup güzelliği, özeni ve sıra dışılığıyla dikkat çeken, zengin ayrıntılarla süslü, çoklu okumalara müsait eser; hayat ölüm, iyilik kötülük gibi karşıtlıklar üzerinden, yeryüzü serüvenimizi anlatıyor. İnsanın tabiatla, Allah’la ilişkisi; hattizatında dünyada yol bulan, anlam arayan ruhumuzun serencamı. Nitekim yazar, kitabını “ruhunu yitirmişlere” ithaf ediyor. Kendini çirkin olarak tanımlar kayıp ruh Erkut, yetinmez dev bir örümceğe benzetir, insan altıdır, Araf’tadır, çilelidir. Ölen karısı Ukte’yse güzelliktir, iyiliktir, sağduyudur, aşktır. Belki bir düğüm, kalp aydınlığı, nişan olarak gönle takılır ve kılavuz kadındır uyarır. Anadolu’nun önyargılara, kalıplara mahkûm edilebilen, ama yine de yeni bir dünya çizip, içinde yer alabilen; çilekeş, erkeğini manevî anlamda büyüten, yapıcı, akılcı kadınları olumlu bir bakışla yer alır romanda. Esasen kitabın gizli kahramanı, kanaatimce bir kadın, Ukte’dir. Erkut dilinden Ukte şöyle tanımlanır: “Hayatını başlatan da bitiren de o: tek sevdiği, ömür evi, kutsi cemi, beka merhemi, ukdesi, Ukte’si…”(s. 12) Ruh romanda, aynı zamanda bir tablonun adı olarak geçer. Kitabın, hep bir ucundan sanatı tutmuş, sanatla karılmış başlıca karakterlerinden biri olan ressam Ukde’ye göre: “Sanat kavuşturucudur.” Ve sanat gibi, aşk da kavuşturucu, güçlendiricidir. Kadın erkek beraberce hem yeryüzünü güzelleştirecek ve hem de sevgiyle ebedî aşka yol alacaktır. Nitekim Erkut-Ukte aşkı birliği, hakikîsine bir basamaktır. Biz aynı zamanda derin bir mücadele, nedamet ve uyanışın öyküsünü de okuruz, başkişi Erkut’un şahsında. İnsanoğlunun bir yanı karanlığa bakar. “Çirkin dev Yelbeğenlere ve istilasına” açıktır. Hâlbuki lekeli, yara bereli olan yalnızca Erkut değildir. Defalarca her birimiz, türlü biçimlerdeki yasak meyveyi yemişizdir. Günahlarımız, öte dünyaya dek uzanır. İlk ve son günah, yalnızca beşere mahsustur. Yazar, özellikle kitabın ikinci bölümü Sek’de merkeze; hamlığını bilerek, çeşitli sınavlarla feleğin çemberinden geçmiş, ölmeden evvel ölmenin sırrına ermiş, ölümle dost kişileri, kemâl yolundaki ruhani ustaları, sanatkârları alır. Ayna Ustası, kaybettikten sonra, asıl iç gözü açılan Tekgöz Usta, öğrencisi Selim gibi. Olayları, gizemi mahâretle bağlar, mekân mezarlıktır. İnsan tohumunu da yeşermesi için gömmek gerekir. Kalplerin işlenme ve biçimleme yeri ise Satıhhanı’dır/ Sadırhanı’dır, herhalde Er(en) Meydanı’dır: “Ahhh Satıhhanı! Benim müthiş keşfimin mekânı, varoluş esasımın issi yazgısı, daha ne desem ki sana nice söz varsa tek yerde ve orası Sadırhanı. (…) Sadırhanı’nda gönüller, evvelin esir pazarlarında nadide dilberler, civan yiğitler, kocalmışlar misali sergilenir. Sen de dene, Sadırhanı’nda gönlünü sergile hele… Kaç kuruşluk senin gönlün, kaç kişi talip olur gönül beytülmaline. Kaç karat olduğunu kendin ölç, bilenlere danış; sonra altınsan altın yanına geç, bataklıksan irin dibine.” Kudret Ayşe Yılmaz, (dinî) düşünceyi hünerli kalemiyle metne yedirmiş, kıvamı tutturmuş: “Aynalar çoğu kez aldatır çünkü; sadece izi izletmeye kadirdir, o izin kimden velâyet, neye delalet olduğunu bilemez.(…)Aynalar, binlerce ayna, kasabanın her yanında… O aynalara sevdalıyken sanırdım ki her şey aslına dönecektir, şimdi öğrendim ki var olan her bir nesne zaten aslında sabittir.” (sh. 41, 45) “Sabır mı güzel selamet mi dersen, inan sabır güzeldi; zira gerisinde selameti gizleyendir. Somutlaştırmak lazım ise denebilir ki selamet yıldızsa sabır güneştir. Güneş aydınlığın membaıdır, vahdettir; ama yıldızlar daha manidar bilinir, oysa en nihayetinde kesrettir. Ya ışığı kendine diyen ya da ışığı herkese yeten olursun.” (sh. 137) Ruh romanının önemli özelliklerin biri de; dinamizmini, merak unsurunu koruyup, farklı sorular ve açılımlarla zenginleşmesi. Kitap ayrıca tasavvufî çizgiyi, yöntemi özgün bir şekilde sunup hissettiriyor. Kudret Ayşe Yılmaz bir umudu müjdeleyip, geçici değil aslî olan bir başka dünyaya işaret ediyor. Zahirî, batınî güzel amellere, dertlerimizin çaresi ruhun eylemine. Yeni dünyaları hakikî ilim, sanat, derunî görüşle yapılandırma, nakşetme işine. İdeal insan tasavvuru ve teçhizine. Aydınlık aynalardaki göksel alâmetlere. Ötüken Yayınlarından çıkan eser; insanoğlunun Özüne, manevî temellerine bir çağrı, Sadırhanı’ndan hoş bir esinti, seyr gibi de okunabilir. HÜZEYME YEŞİM KOÇAK
0 Güzel...
0 KUDRET AYŞE YILMAZ'IN "RUH" ROMANI HAKKINDA Ruhunu yitirmişlere, ruhunu arayışa çıkanlara ithaf edilerek yola çıkılmış, kurgusal hikaye tarzında okuyucuya sunulmuş bir eser, bir serüvendir. Roman mitolojide bir simge olan “Yelbeğen” ile eserin karakteri Erkut'un şiirsel tanıtımıyla başlar. Çirkin, gaddar, acımasız, kötülükte sınırı olmayan Yelbeğen ile Erkut özdeşleştirilir. Erkut yüzündeki çirkinliği kendinde bir eksiklik olarak görüp, hayallerinden, hakikatten, kendisinden kaçan, yo
0 Güzel...
  • Açıklama
    • Dünya sofrasında ölüm kasesi elde ele dolaşır. Ölüm kasesinin dolaştığını bilse de sofra başındaki herkes, diğer nimetleri tatma yarışındadır. Kadehi yudumlamış, kabrinde cennet kandilleri yanan, kan damlayacak yanak kadar taze bir bedeni sürükleyenler kadim mezarların kavislerinden geçtikçe daha çok nefes nefese kalıyorlardı. Kuşlar çayır türkülerini söylemeyi bırakmış, rüzgar soluğunu tutmuş, cümle can bu üçünün civarında durmuştu. Hayat ve memat hiç bu denli yakın dahası bu denli hararetli olamamış, hararetlerini hareketleriyle karamamıştı. Mezarından çıkarılan vücut hala sıcak, onu çıkaranlarsa tanımsız halde cesur... En öz öğüt olan ölüm etrafındaki bu üç kişi gidiyorlardı. Bu gidişle bereketli hesaplaşmalar ve ödeşmeler artık başlıyor demekti. Kudret Ayşe Yılmaz'ın yeni romanında; tezatların özündeki vahdete, duyguların en asili aşkın gizemine, hayatın içindeki tek gerçek ölüme uzanan yulculuktaki asıl amaç okuyucunun ruhunda umut dalgalarına fırsat vermek. Ruhtaki yaralar nasıl kapanır, ruh neden kaybettiğini kazandığından daha ziyade arzular, ruh ne vakit dinginliğe erişir, niçin en az önemsenendir? Nice canlı soru ve yanıt, edebi ruhtan kopan bu hikayede Türkçenin kudretiyle bir araya geldi; herkes ruh elden gitmeden önce ruhunun peşine düşsün diye...

      Stok Kodu
      :
      9789754379693
      Boyut
      :
      12x19,5
      Sayfa Sayısı
      :
      216
      Kapak Türü
      :
      Karton Kapak
      Kağıt Türü
      :
      60 gr. Enso Creamy
  • Yazarın Diğer Kitapları
  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      . -
      0/5
      Kudret Ayşe Yılmaz’ın ikinci romanı Ruh. İlk romanı gibi yine Ötüken’den yayımlanmış. Daha romanın ilk sayfalarından itibaren güçlü bir kalemle karşı karşıya bulunduğunuzu hissediyorsunuz. Betimlemeler, iç monologlar, öyle her yerde karşımıza çıkan ve içi boşaltılmış ifadelerden uzak, tasavvufun özüne inen, ruhu olan cümleler Ruh romanını derin ve zengin bir hale getirmiş. Roman, Erkut’un, diğer adıyla Yelbeğen’in gözünden anlatılmış okura. Hatta gösterilmiş demek daha doğru. Yer yer hâkim yazar karşımıza çıksa da, Ruh romanı, modern romanın göstergesi olan, yazarın ortadan çekildiği, bir karakterin yansıtıcı merkez olarak seçildiği romanlardan. Buradaki yansıtıcı merkez de Erkut. Okur sadece onun gördüğü kadarını görür, onun işittiği kadarını duyar, hissettiği kadarını bilir, onun izin verdiği ölçüde romanın içine dâhil olur. Erkut’un zihnindeki geçmişe dönüşler, hatırlayışlar, okura, onun şimdiki zamandaki öfkeleri, çaresizlikleri, bocalayışları hakkında ipuçları da verir. Çocukluğunda evlatlık verilişi, evlatlık verildiği ailenin onu dışlayışı, dünyada yapayalnız kalışı, yüzünün bakılamayacak kadar çirkin oluşu – bu yüzden lakabı mitolojide adı geçen canavar Yelbeğen’dir zaten- bu çirkinliğinin ve terk edilmişliğinin acısını herkesten çıkarmaya çalışması, onun hatırlayışları sırasında, geçmişine dair okurun öğrendikleridir. Bu hatırlayışların kronolojik olmayışı elbette çok önemli. Bir bakmışsınız Erkut, büyük aşkı Ukte ile lise yıllarında tanışıyorlar, daha sonra terk edilmiş çocuk Erkut’un annesinin yerine koyduğu çiçekçi kadına para verişi, ardından Ukte ile evlenişi, ardından daha yedi yaşında evlatlık veriliş macerası parça parça; aralara ise romanın üç güne sığdırılan şimdiki zamanda eşini kaybeden Erkut yerleştirilerek- zaten romanın şimdiki zamanı Ukte’nin ölümü ile başlar- monotonluğun tuzağına düşülmesi engellenmiş. Mistik bir roman bu. Dolayısı ile de tezli. Romanın “Tüm” isminin verildiği ilk bölümünde bu tezin temelini oluşturabilecek olaylar zinciri ile karşılaşır Erkut ve her şeyi Erkut’un gözüyle görüp, kulağı ile işiten okur. Ukte’si ölmüş, liseden beri en yakın arkadaşı Nedim’le arası bozulmuş ve tüm bunlardan kendini sorumlu tutan Erkut, nehir kenarında yürürken göz yaşları içinde öyle içten bir dua eder ki “yaşamam için bir işaret gönder Yarabbi! Bir işaret gönder, yalvarırım!” diyerek; o adamın gelişi, ona gece yarısı Ukte’nin de yattığı mezarlığı soruşu, giderken elindeki dosyayı düşürmesi, Erkut’a göre tesadüf olamazdı. O dosyanın içinde üç ayrı kalemden çıktığı anlaşılan, üç ayrı kişiye ait yazı –okura “kitabe” olarak söz edilen- romanın mistik tarafını daha bir belirgin hale getirir. Bu kitabeler, birinci tekil kişi anlatımıyla, üç farklı kişi tarafından yazılmıştır: Aynalı Mezarcı, Tekgöz Usta ve Selim tarafından. Kitabeler vasıtası ile Erkut’un görüş alanımızdan çıkmasını engellemek için yazar, onları bizzat Erkut’a okutuyor. Böylece Erkut hala yansıtıcı merkez kalmaya devam ediyor. Kitabeler çok önemlidir roman için. Bunlar sayesinde yazar, Erkut’u ve bizi ikinci bölümdeki asıl tezinin savunulacağı mistik aleme hazırlar. Kitabeleri yazan üç kişi de mezar kazıcılarıdır. O halde üç kitabede anlatılan ortak mekân da mezarlıktır. Mezarlık, insanın ölümle buluştuğu yer, yani birleştiricidir, dünya hallerinde farklılık gösteren kulları. Mezarların üç farklı şekilde kazılışı ise dünya zamanındaki meşgalemizi, ölüme hazırlığımızı temsil eder ki, merhalelerin göstergesidir. Bu merhalelerin farkına Erkut, mezarlıktaki kulübede üç gün kalıp da piştikten sonra varır. Ruh, ölümle bedenimizden ayrıldıktan sonra, Tanrı ile birleşecek olandır. Ölüm elzemdir, ama bu dünyada, sanat vasıtası ile bir şeyler bırakabilirsin. Zira insan, oluşturduğu sanat eserine ruhundan üfler, böylece ruhundan bir parça da yaşamaya devam eder. Ama bunun için önce nefsini öldürmek gerek. Ancak nefsini öldürmüş olanlar oluşturdukları esere ruhlarından üflemeyi başarabilirler. Gerçek sanat da budur. İşte romanın tezi… Eğer nefsi arzulardan kurtarırsan sanatı, mezarı sığ kazılanlardan olursun, yani alim vasfına erişenlerden. Bu yüzden kitabelerde özellikle üç mezarcı da ilk günahları üzerinde dururlar. İlk günahlarını bilip de bedelini ödeyenler, nefslerinden de kurtulup özgürleşeceklerdir. Erkut ilk günahını keşfettiğinde en başa dönecektir ve asıl kitabeyi yazacaktır. O halde romanın ta kendisi de Erkut’un yazığı kitabedir aslında. Romanın birinci bölümü “Tüm”, Erkut’un geçmişinin ortaya serildiği, kitabelerin okunduğu bölüm, kafaların hayli karıştığı, bir hazırlık safhası gibidir. İkinci bölüm “Sek” ise bir saflaşmanın, katışıksız hale gelişin, tüm’ü terk edip de tek olana dönüşün sanatla ilişkilendirildiği bölümdür. Erkut, hamlıktan sıyrılıp sek hale gelirken yazarın mistik görüşlerinin temsilciliğini romanın içinde Tekgöz Usta yapar. Tekgöz Usta, Erkut’u hamlıktan çekip alan, sek hale getirendir. Çok acılar çekmiş, ama bu acıların boşuna olmadığının şuuruna çoktan varmış, Erkut’a yol gösterici. Tekgöz Usta hattattır aynı zamanda. Adeta Erkut’un kaderini hatla güzelleştiren. Onun çırağı Selim, cilt ustasıdır. Alın yazılarını, kaderlerini fark edip de yazıya dökenlerin kitabelerini ciltleyen. Erkut’un eşi Ukte ressamdır. Erkut, fotoğrafçılık yapsa da gerçek hayatında, aslında üniversitede oymacılık üzerine eğitim almıştır. Nitekim kalp gözü açıldıktan sonra da bu sanat üzerine olgunlaşacaktır. Evet, sanat olgunlaştıracaktır Erkut’u ve asıl ben’ine kavuşturacaktır aynı zamanda. Yaşananlar boşuna değildir. Romanın bir yerinde Ukte’nin ölmeden evvel söylediği şu söz çok şey anlatır: “Sanat kavuşturucudur”(s.105) O halde sanat vasıtası ile ruh, bu dünyada da ölümsüzlüğe kavuşabilir. Ölmüş olanla dünyada hala ömür süreni sanat birleştirir. Zaman mefhumu ortadan kalkar sanat sayesinde. Yazarın romana yerleştirdiği ideal mekan Satıhan’da şimdi ve geçmişte yaşamış olan, bazılarının kitabeler aracılığı ile hayatından haberdar olduğumuz bu alimlerin (onları gerçek sanat bilgeleştirmiştir) ruhlarını sanat birleştirmiştir. Çünkü sanat kavuşturucudur. Sözün özü; her şeyin yozlaştırılmaya, sanatın bile magazinleştirilmeye çalışıldığı dünya hayatına kapılıp da ruhunu yitirmişlerin yanı sıra, bizi tek olana kavuşturacak olan gerçek sanat var olduğu sürece, ruhuna sahip çıkacak olanlar da var olmaya devam edecektir. Kudret Ayşe Yılmaz’ın “Ruh” romanı, okunması gereken bir roman. Yazarının kendini reklam edişinden dolayı çok satan bazı mistik romanlarda sıkça düşülen o kalıplaşmış, içi boşaltılmış, ısmarlama ifadelere hiç yüz vermeden, gerçekten de ruhu olan cümlelerle inşa edilmiş bu roman, çok daha fazla okurla buluşmayı hak ediyor. Funda Özsoy Erdoğan / Sanatalemi.net
      . -
      0/5
      “RUH” OKUMALARI Üslup güzelliği, özeni ve sıra dışılığıyla dikkat çeken, zengin ayrıntılarla süslü, çoklu okumalara müsait eser; hayat ölüm, iyilik kötülük gibi karşıtlıklar üzerinden, yeryüzü serüvenimizi anlatıyor. İnsanın tabiatla, Allah’la ilişkisi; hattizatında dünyada yol bulan, anlam arayan ruhumuzun serencamı. Nitekim yazar, kitabını “ruhunu yitirmişlere” ithaf ediyor. Kendini çirkin olarak tanımlar kayıp ruh Erkut, yetinmez dev bir örümceğe benzetir, insan altıdır, Araf’tadır, çilelidir. Ölen karısı Ukte’yse güzelliktir, iyiliktir, sağduyudur, aşktır. Belki bir düğüm, kalp aydınlığı, nişan olarak gönle takılır ve kılavuz kadındır uyarır. Anadolu’nun önyargılara, kalıplara mahkûm edilebilen, ama yine de yeni bir dünya çizip, içinde yer alabilen; çilekeş, erkeğini manevî anlamda büyüten, yapıcı, akılcı kadınları olumlu bir bakışla yer alır romanda. Esasen kitabın gizli kahramanı, kanaatimce bir kadın, Ukte’dir. Erkut dilinden Ukte şöyle tanımlanır: “Hayatını başlatan da bitiren de o: tek sevdiği, ömür evi, kutsi cemi, beka merhemi, ukdesi, Ukte’si…”(s. 12) Ruh romanda, aynı zamanda bir tablonun adı olarak geçer. Kitabın, hep bir ucundan sanatı tutmuş, sanatla karılmış başlıca karakterlerinden biri olan ressam Ukde’ye göre: “Sanat kavuşturucudur.” Ve sanat gibi, aşk da kavuşturucu, güçlendiricidir. Kadın erkek beraberce hem yeryüzünü güzelleştirecek ve hem de sevgiyle ebedî aşka yol alacaktır. Nitekim Erkut-Ukte aşkı birliği, hakikîsine bir basamaktır. Biz aynı zamanda derin bir mücadele, nedamet ve uyanışın öyküsünü de okuruz, başkişi Erkut’un şahsında. İnsanoğlunun bir yanı karanlığa bakar. “Çirkin dev Yelbeğenlere ve istilasına” açıktır. Hâlbuki lekeli, yara bereli olan yalnızca Erkut değildir. Defalarca her birimiz, türlü biçimlerdeki yasak meyveyi yemişizdir. Günahlarımız, öte dünyaya dek uzanır. İlk ve son günah, yalnızca beşere mahsustur. Yazar, özellikle kitabın ikinci bölümü Sek’de merkeze; hamlığını bilerek, çeşitli sınavlarla feleğin çemberinden geçmiş, ölmeden evvel ölmenin sırrına ermiş, ölümle dost kişileri, kemâl yolundaki ruhani ustaları, sanatkârları alır. Ayna Ustası, kaybettikten sonra, asıl iç gözü açılan Tekgöz Usta, öğrencisi Selim gibi. Olayları, gizemi mahâretle bağlar, mekân mezarlıktır. İnsan tohumunu da yeşermesi için gömmek gerekir. Kalplerin işlenme ve biçimleme yeri ise Satıhhanı’dır/ Sadırhanı’dır, herhalde Er(en) Meydanı’dır: “Ahhh Satıhhanı! Benim müthiş keşfimin mekânı, varoluş esasımın issi yazgısı, daha ne desem ki sana nice söz varsa tek yerde ve orası Sadırhanı. (…) Sadırhanı’nda gönüller, evvelin esir pazarlarında nadide dilberler, civan yiğitler, kocalmışlar misali sergilenir. Sen de dene, Sadırhanı’nda gönlünü sergile hele… Kaç kuruşluk senin gönlün, kaç kişi talip olur gönül beytülmaline. Kaç karat olduğunu kendin ölç, bilenlere danış; sonra altınsan altın yanına geç, bataklıksan irin dibine.” Kudret Ayşe Yılmaz, (dinî) düşünceyi hünerli kalemiyle metne yedirmiş, kıvamı tutturmuş: “Aynalar çoğu kez aldatır çünkü; sadece izi izletmeye kadirdir, o izin kimden velâyet, neye delalet olduğunu bilemez.(…)Aynalar, binlerce ayna, kasabanın her yanında… O aynalara sevdalıyken sanırdım ki her şey aslına dönecektir, şimdi öğrendim ki var olan her bir nesne zaten aslında sabittir.” (sh. 41, 45) “Sabır mı güzel selamet mi dersen, inan sabır güzeldi; zira gerisinde selameti gizleyendir. Somutlaştırmak lazım ise denebilir ki selamet yıldızsa sabır güneştir. Güneş aydınlığın membaıdır, vahdettir; ama yıldızlar daha manidar bilinir, oysa en nihayetinde kesrettir. Ya ışığı kendine diyen ya da ışığı herkese yeten olursun.” (sh. 137) Ruh romanının önemli özelliklerin biri de; dinamizmini, merak unsurunu koruyup, farklı sorular ve açılımlarla zenginleşmesi. Kitap ayrıca tasavvufî çizgiyi, yöntemi özgün bir şekilde sunup hissettiriyor. Kudret Ayşe Yılmaz bir umudu müjdeleyip, geçici değil aslî olan bir başka dünyaya işaret ediyor. Zahirî, batınî güzel amellere, dertlerimizin çaresi ruhun eylemine. Yeni dünyaları hakikî ilim, sanat, derunî görüşle yapılandırma, nakşetme işine. İdeal insan tasavvuru ve teçhizine. Aydınlık aynalardaki göksel alâmetlere. Ötüken Yayınlarından çıkan eser; insanoğlunun Özüne, manevî temellerine bir çağrı, Sadırhanı’ndan hoş bir esinti, seyr gibi de okunabilir. HÜZEYME YEŞİM KOÇAK
      . -
      0/5
      Güzel...
      . -
      0/5
      KUDRET AYŞE YILMAZ'IN "RUH" ROMANI HAKKINDA Ruhunu yitirmişlere, ruhunu arayışa çıkanlara ithaf edilerek yola çıkılmış, kurgusal hikaye tarzında okuyucuya sunulmuş bir eser, bir serüvendir. Roman mitolojide bir simge olan “Yelbeğen” ile eserin karakteri Erkut'un şiirsel tanıtımıyla başlar. Çirkin, gaddar, acımasız, kötülükte sınırı olmayan Yelbeğen ile Erkut özdeşleştirilir. Erkut yüzündeki çirkinliği kendinde bir eksiklik olarak görüp, hayallerinden, hakikatten, kendisinden kaçan, yo
      . -
      0/5
      Güzel...
  • Bu kitabı alanlar bunları aldı
  • İlgili Kitaplar
Kitabınız sepetinize eklendi
Kapat